İslam salt ibadet eksenli bir din olarak okunamaz. Tabi ki İslam son dindir; ama İslam aynı zamanda bir sosyal, siyasal, kültürel ve ahlaki dönüşümü sağlayan kurallar manzumesidir.

“İslam tarihinde tevarüs yoluyla elden ele geçen hilafetin güç ve iktidar çıkarlarının hizmetinde olan bir dini anlayış ve yorumu ortaya koyduğunu görebiliriz. Onlar bu amaçlarına ulaşabilmek için dini kendi çıkarları doğrultusunda anlayıp tefsir edecek olan bir saray uleması istemektedirler. Bu yüzden ben hilafet ve iktidarın yanında ve gölgesinde şekillenen dini akla güvenmiyorum.” (Yeni Mutezililer, Muhammed Rıza Vasfi, (Nasr Hamid Ebu Zeyd’le söyleşi, s,47)

“Hiç, kimse “politika ahlaken zayıf, çıkarını düşünen ve fırsatçıların mesleğidir,” deyip sorumluluktan sıyrılamaz veya bu argümanı öne sürüp tümüyle” din-dışı siyase”te meşru gerekçe bulamaz. … Eğer siyaset yüce erdem ve ahlakla doğrudan ilgiliyse ve ahlaki özünden koparılmış bir politika iç ve dış çatışma ve yozlaşmalara yol açıyorsa peki bu durumda politika dinden ayrı düşünülebilir mi? şüphesiz ki hayır. Çünkü ahlak ile din arasındaki ilişkinin mahiyeti de odur. Laik (dindışı) bir ahlak olmayacağı gibi “laik siyaset” olmaz” (Ali Bulaç- Din ve Siyaset s,19)

Meşru siyasetin amacı hukuk dairesinde yönetmek, adaleti tesis etmektir. ‘İslamcı siyaseti’ sağ-muhafazakâr siyasetten ayıran felsefe budur. İslami açıdan devlet kimsenin mülkü değildir. Çünkü devlet, aşkın ve kutsal bir değer değildir. Lakin devlet tarihsel bir realite ve toplumsal bir ihtiyaçtır. İslam dâhil adaleti önceleyen siyasal sistemler neticede seçimi temel ilke kabul ederler. İslam hukukuna göre “ biat” hukukun üstünlüğü konusunda yöneten ile yönetilenlerin ortak payda da buluşuyor olmasının adıdır. Siyasetin ve yönetimin yozlaştığı bütün toplumlarda insanda yozlaşır.

“Dinin ahlaki ve manevi öğretilerini önemseyen bir Müslüman dinine leke gelmesin diye siyasetten uzak durduğunda farkında olmaksızın kendini ve dinini araçsallaştırıyor.” (Ali Bulaç- Din ve Siyaset s,57)

Siyasi, toplumsal ve kamusal talepleri olmayan bir dinin hayat bulması düşünülemez. Yönetim, siyaset ve iktidar gibi etkenler olmaksızın sosyal ve beşeri hayat devam edemez. Yönetimde, iktidar ve siyasette en mühim konu “ kutsallık” değil, “meşruiyet” olmalıdır. Yönetim hukukun üstünlüğüne dayandığı müddetçe meşrudur. Devletin meşruiyeti hukuktan gelir. Hukuka riayet etmeyen yönetim meşruiyetini kaybeder. Adalet tarihsel dönemlerin ürünü değildir, İlahi bir kavramdır. İslam temelde katılımcı ve çoğulcu siyaset ve adalete dayanır. Siyasal çoğunluk rakamsaldır. Önemli olan ise; sosyal ve kültürel çoğunluğun temsilinin de sağlanmasıdır.
“İslam demokrasiye uygun değildir,” önermesi üzerinde hem laik-Kemalist kesim, hem de radikal Müslüman kesim ittifak halindedir.” (Ali Bulaç- Din Ve Siyaset s,301)

“Son zamanlarda “politik, radikal, fundemantalist İslam” vb. tanımlar Müslümanların siyasal taleplerini engelleme İslamiyet’i bir din olarak siyasetten ve yönetimden tecrit etmek gibi amaçlara matuftur.” (Ali Bulaç- Din ve Siyaset s,354)

Halkın hayatının üzerindeki derin etkileri hafifletmek dolaysıyla yöneticilere karşı eleştirel bir pozisyonunda olmak, vicdan sahibi herkesin birinci derecede görevidir. Kişiler, iktidarla ilişkilerini tayin yada tespit ettiklerinde, iktidar sahiplerinin hangi kriterlerle politikalar takip ettikleri ve icraatlarının ne kadarının halkın yararına kullandıkları hususunu temel almak zorundalar. İktidarın belli bir kesime yâda kendilerinden olan gruplara hizmet sunması, o iktidarı adil yapmaya yetmez. Belli elit ve çıkar grupları, sadece kendilerine ikbal hazırlıyor diye, gelir eşitsizliklerine, yapısal haksızlıklara, muhalefette kalan kesimlerin uğradığı mağduriyetlere seslerini çıkarmıyorlarsa, hakikati gizleme ve adaletsiz bir iktidarı halkın gözünde meşrulaştırmaktadırlar ki, bunun anlamı iktidarın haksız uygulamalarına kendileri de ortak oluyorlar demektir. İktidardakiler eleştiriden, muhalefetten hoşlanmaz. Bir iktidar, gelir bölüşümün de uzun yıllar bir iyileştirme yapmıyor, işsizliğe çare bulamıyor, enflasyonu çözemiyor, istihdamı artırmıyor, refahı tesis etmiyor, ülkenin borç bakiyesini artırıyor ama zenginleri daha zengin yapıyor, lakin herkesten taktir bekliyor. Sözde fakir fukaradan, garip gurabadan yana olduğunu söylüyor. Hayatın gerçeğinde ise yoksullar eziliyor, belli kesimler baskı altında yaşıyor, iktidar ise fiiliyatta egemenlere hizmet ettiği halde, halkı adaletle yönettiğini iddia ediyor. İşte böyle bir iktidarı aydınlar, yazarlar, siyasetçiler ve kanaat önderlerinin uyarması dini, insani ve vicdani bir sorumluluktur.

Politik olarak bireyin seçimlerini etkileme ve yönlendirme etkisine sahip olan din, siyasetin dışında düşünülemez.