Bir çocuğun ölümüne sessiz kalan dünya, hangi tarafı seçtiğinin artık farkında olmalı. İnsan kalmanın bedeli, bazen sadece hatırlamaktan geçer.

Gazze'de Sessizlik Artık Tarafsızlık Değil

Gazze’de olanlar karşısında dilim dönmüyor bazen. Ne söylesem eksik kalacakmış gibi. Ne yazsam hafif gelecek. Ama bildiğim bir şey var: Böyle zamanlarda susmak, sıradan bir boşluk değil. Bu çağda suskunluk, çoğu zaman kötülerin dilini temize çeker. Sessizliğin bile taraf olduğu bir yerden geçiyoruz artık.

Tarafımı İnsan Olarak Belirliyorum

Ben tarafımı belli etmek istiyorum. Bir siyasî kimliğe, bir inanca, bir millete yaslanarak değil; sadece insan oluşuma dayanarak. Çünkü vicdan, aidiyeti olmayan bir şeydir. Bazen bir Yahudi çocuğun ölümüne, bazen bir Müslüman annenin feryadına, bazen de hiç adını duymadığımız bir halkın yok oluşuna ağlamakla sınanır. Her seferinde insan kalıp kalamadığımızla.

Gazze’de Yiten Sadece Canlar Değil

Bu yüzden Gazze’ye dair sözüm, bir ideolojiden değil, bir incinmeden geliyor. Bombalanan evlerde sadece insanlar değil, bir halkın sesi, sözü, hatırası da yitip gidiyor. Ve her şey olup biterken, biz ekran başında sadece rakamlar görüyoruz. Sayılarla konuşuyoruz artık; gözyaşının, korkunun, yalnızlığın istatistikle ifade edildiği bir zamandayız. Oysa bir çocuğun ölümü, sadece onun değil, bütün insanlığın bir parçasının ölümüdür.

4477 1280X720

Edebiyatın Sessiz Tanıkları: Sonya, Goriot Baba ve İnce Memed

Bu sessizlikte bazı yüzler düşüyor aklıma. Mesela Dostoyevski’nin Suç ve Cezasındaki Sonya. Hayatın kıyısına itilmiş ama vicdanını yitirmemiş, susarak ama sarsılarak yaşayan bir kadın. Belki de Gazze’nin en büyük sessizleri Sonya gibiler: kameraların göstermediği anneler, sokak aralarında çocuklarını arayan babalar, yıkılmış duvarların dibinde tek başına oturan yaşlılar. Ne savaşçı, ne siyasetçi, ama varlıklarıyla direnen insanlar.

Sonra Balzac’ın Goriot Baba’sı geliyor gözümün önüne. Ömrünü çocuklarına adamış, ama yaşlılığında unutulmuş bir adam. Onun hikâyesi, bir halkın da hikâyesi olabilir mi? Yıllarca kök salmaya çalışan, ama sonunda bir köşeye itilmiş bir halkın... Onun gibi insanlar, kötülüğün karşısında yenilmiş görünürler, ama insanlık onuru onların sessizliğinden sızar.

Ve sonra Yaşar Kemal’in İnce Memed’i. Her çağda, her toprakta tekrar tekrar doğan bir figür. Elinde silah değil ama öfke ve adalet duygusuyla, küçük bir taşla zalimin karşısına dikilen çocuklar gibi. Gazze’deki küçük bedenlerin içinde yanan o direnç duygusu, bana hep İnce Memed’i hatırlatıyor. Belki kazanamayacaklarını biliyorlar ama insan kalmaktan vazgeçmiyorlar.

Hikâyelerin Gücü ve Edward Said’in Uyarısı

Bu karakterler kurgu olabilir, ama taşıdıkları insanlık gerçek. Çünkü büyük acılar karşısında, sadece sloganlar değil, hikâyeler de anlam taşır. Edward Said’in dediği gibi, Filistinliler sadece topraklarından değil, anlatılarından da kovuldu. O yüzden hakikati sadece duyurmak değil, hatırlatmak da gerek.

Rachel Corrie ve İnsanlık Anıtı

Rachel Corrie'nin hikâyesi de işte bu hatırlamanın bir parçası. Genç bir kadın, bir yabancı, bir Amerikalı... Ama o buldozerin önünde, dilini, milliyetini, ülkesini değil; sadece insanlığını taşıyordu. Bize unuttuklarımızı hatırlattı. Onun ölümü bize şunu sormaya devam ediyor: Biz kendi konforumuzda yaşarken, başka bir yerde biri adalet için ölüyorsa, bu sessizliği nasıl taşıyacağız?

Zulüm Yalnızca Silahla Değil, Sessizlikle de Gelir

Ama bu suskunluk sadece dışarıdan değil. Bu topraklarda yaşanan, yalnızca fiziksel bir yıkım değil; aynı zamanda düşünsel bir kuşatma. Yıllar önce Mevdudi şöyle demişti:
“Zulüm, sadece tankla, tüfekle değil; adalet duygusunun körelmesiyle de gerçekleşir.”
Bugün Gazze'de yaşanan tam da budur. Adaletin değil, gücün kutsandığı bir çağda, hakikatin sesi boğuluyor. Ama Mevdudi’nin çağrısı hâlâ geçerli: Sessizlik de bir zulümdür.

Sessizlik Karşısında Direnmek: Seyyid Kutub’un Mirası

Seyyid Kutub’un idam sehpasında bile sarıldığı o direniş fikri, sadece bir siyasal başkaldırı değil, bir varlık meselesiydi. O, zulme karşı koymanın bir ödev değil, insan kalmanın tek yolu olduğunu savunuyordu. Bugün Filistin’de ellerinde taşla yürüyen çocukların kararlılığında, Kutub’un “yaşarken dimdik ölmek” fikri yankılanıyor.

Doğu’nun Sessizliği: Fethi Yeken’in Sorgusu

Ve Fethi Yeken… Onun kaleminde, ümmetin gafletiyle hesaplaşan bir iç ses vardır. O ses şimdi tekrar duyulmalı. Çünkü Filistin yalnızca Batı'nın çifte standardı yüzünden değil, Doğu'nun sessizliğiyle de kuşatılmış durumda. Yeken’in sorusu hâlâ geçerli:
“Biz ne zaman adaletin yanında olmaktan korkar hâle geldik?”

Hatırlamak Bir Direniştir

Bu kadar sözden sonra geriye bir tek cümle kalıyor bazen: Bir şey yapmalı. Elimizden ne geliyorsa. Bir taş atmak gerekmiyor. Ama bir taşın hedef aldığı vicdanı taşımak gerekiyor. Yazmak da bu yüzden. Bir şeye ses olmak değil sadece, kendimizi de unutmayalım diye. Bu çağda insan kalmanın yolu, hatırlamaktan geçiyor. Ve hatırlamak, artık sadece bir bilinç eylemi değil; bir direniş biçimi. Çünkü unutmak kolaylaştıkça, kötülük sıradanlaşıyor.

Tarafımı Belli Ediyorum: İnsan Olanın Yanında

Ben tarafımı belli etmek istiyorum. Neye inandığım kadar, neye katlanmadığımı da göstermek için. Çünkü artık susmanın bile hesabı olacak bir zamandayız. Ben insan olanı seçmek istiyorum. Müslüman olmaktan önce, Kürt olmaktan önce… yalnızca insan kalmayı.

Bir çocuğun ölümü karşısında tarafsız kalınmaz. Ben o çocuğun tarafındayım.