Günümüz Müslümanlarının çoğu, İslam’ı sadece bazı dini ritüeller şeklinde algılıyor.

Oysa İslam, dini ritüellerle beraber adaleti tesis etmeyi, insanlar arasında hukuku gözetmeyi ve aynı zamanda insaflı olmayı emreden ilahi bir öğretidir.

Evet, insanlar hakikati çoğu zaman dile getirmek istemez, susmayı tercih eder. Fakat bu, ilahi öğretilerle bağdaşmayan bir tutumdur.

Hakkı söylemek, adaletli olmak bedel istiyor; ama bu hakikatler tesis edilmediğinde asıl bedeli insanlık ödüyor.

Bir zamanlar, “İman sahibi olan ve alnı secdeye giden kimseden zarar gelmez.” denirdi. Ahiret inancının insanı kötülüklerden sakındıracağı söylenirdi.

Ama şimdi biliyoruz ki o inanç da bizi kötülük yapmaktan, adaletsiz davranmaktan alıkoymuyor. Sadece kendimizi aklamaya yarayan bir surete dönüşüyor.

Hepimiz, yaptığımız hataların din tarafından kabul görmesini istiyoruz. Çünkü inancımız, hakikatten uzak.

Hesap verme inancı, yerini gösteri ahlâkına bıraktığında vicdan değil, vitrin konuşuyor. Ve ahlâk yalnızca biçime, şekle, ritüele, slogana, hamasete indirgenirse; en ağır kötülükleri örten bir perdeye dönüşüyor.

Bu konuda Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya’nın yaptığı konuşma, altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken bir tahlil. Mahşer ortamındaki yargılamayı hatırlatan Özkaya, bakın neler söylüyor:

“Unutmamalıyız ki hiçbirimiz ebedî değiliz. Gün gelecek, hepimiz için ortaya bir terazi konulacaktır.”

Başkan devamında şöyle diyor:

“Bir gün mutlaka mizan kurulacak, bütün defterler dürülecek, hesabı bizlerden sorulacak. Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır. Hal böyle olunca, o günler gelmeden uygulamada adalet ve hukuk devleti ilkesine ilişkin kazanımlarımızı titizlikle muhafaza etmeye çalışalım.”

Amelsiz bir inanç, ahlâksız bir ibadet, Allah’ın arzuladığı bir inanç olmadığı gibi İslam’ın hükümleriyle de bağdaşmaz. İnancımız ahlâk, ibadetlerimiz erdem üretmiyorsa; biz İslam’dan başka bir şey yaşıyoruz demektir.

Faslı çağdaş Müslüman düşünür Taha Abdurrahman’ın ifadesiyle:

“İnsanın niteliklerinin en özeli ahlaktır ve bu yüzden İslam’da ahlâk bütün davranışların temelidir… Diğer insani faaliyetler sadece ahlâkın ayrıntılarıdır.” (Süâlü’l-Ahlâk, Beyrut 2000, s. 188).

Bu, Kur’an’da da böyledir.

İnsanlığın ıslahı için, iyiliği emredip kötülükten nehyetme uyarıları terk edilmiş bir inanç neye tekabül eder? Hiç düşündük mü?

Servet sahibi olurken,

“Malı öyle bir paylaştırın ki, ta ki o sermaye, belli bir zümre arasında dönüp dolaşan bir meta hâline gelmesin.”

diyen dini bir hükme rağmen, azınlık bir zümrenin sebepsiz zenginleşmesini sessizce izliyoruz.

İslam inancı, “Yönetim sistemini ahlâklı kılın.” diyor; biz sistemden güç ve iktidar anlıyor, ahlâksızlık devşiriyoruz.

Dinimiz İslam, “Gelir dağılımını adaletli bir şekilde bölüşün.” diyor; bırakın gelir dağılımının adaletli olmasını, biz zenginden yana tavır alıyoruz.

Dini bir onay makamı olarak görmek istediğimizden olsa gerek, istiyoruz ki her türlü hukuksuzluğumuzu, yozlaşmalarımızı, bütün sakat anlayışlarımızı din de onaylasın!

Sahiden, var mı böyle bir ilahi hüküm? Yoksa dini hükümleri kendi nefsi arzularımıza göre mi tayin ediyoruz?

Unutmayalım; vuslat vaktinin yakın olduğu, hesap ve mizan gününün uzak olmadığı, herkesin yapıp ettikleriyle yüzleşeceği gün mutlaka gelecektir.