Düşünceleri anlayabilmek ve onları yazıya dökerek aktarabilmek, sanıldığı kadar basit bir mesele değildir. Yazmak, cesaretin topluma açılan yüzüdür.
Bu nedenle yazmak, hayata ayna tutmaktır. Yazılacak çok şey var; ancak yazmak, cesaret işidir.
Bu diyarda “farklı” söz söylemek bile artık bir cesaret meselesine dönüşmüş durumda.
İnsaf, adalet ve hakkaniyet ilkelerinin unutulduğu bir kentte, bazı şeyleri dile getirmek, su üstüne yazı yazmak gibidir.
Hakkâri gibi devranların birbirini izlediği, feodal zihniyetin hüküm sürdüğü, aşiretsel yapının hâkim olduğu bir şehirde yazı yazmak kolay değildir.
Zira, silah taşımayan ve düşüncelerinden başka sermayesi olmayan bizlerin, memleketine karşı sorumluluğunu yerine getirebilmesinin tek yolu yazmaktan geçer.
Kanımca, bu sorumluluğu yerine getirmenin başka bir yolu yoktur.
Yazı yazanlar bir kesimin taraftarı olmak zorunda değildir.
Buna karşılık, yazmak, fikir beyan etmek ve düşüncelerini toplumla paylaşmak kimsenin hışmına uğramayı gerektirmez.
Yazıya konu olan kişilerin de yazara karşı mutlaka menfi ya da müspet bir tutum içinde olması icap etmez.
Bugün geldiğimiz noktada, ne yazsan ya bir cepheye yazılmış sayılıyorsun ya da ötekine karşı saf tutmuş oluyorsun.
Vicdan bile taraftarlık ölçüsüyle değerlendiriliyor.
Algısı kapalı, kişiliği sorunlu ve üslubu vasat insanlara söz söylemek elbette kolay değil.
Feodal zihniyetin mensupları, eleştirel düşünceye tahammül göstermiyor.
Bu zihniyetle derin bir fikir alışverişi yapmak neredeyse imkânsız.
Eleştirel düşünceye karşı örülmüş bu ağı delmeye yönelik cüretkâr ve güçlü bir çıkış yapmak; toplumu güçlendirecek erdemlerin peşinden gitmek, hepimizin görevi olmalıdır.
Duvarın öte yanında süren umursamazlık ile beri yanında hüküm süren sessizlik ve kayıtsızlık bizi yeniden düşünmeye sevk etmelidir.
İnsanımız, analitik düşünmek ve aklıyla davranmak yerine, daha çok duygusal tepkileriyle hareket etmeyi tercih ediyor.
Bu durum ciddi bir zihinsel kırılmaya işaret ediyor.
Bugün toplumumuzun en temel sorunlarından biri, rasyonel davranmak yerine duygusal tepkilere yönelmiş olmasıdır.
Bu, çok ağır bir problemdir.
Düşünmek insana özgü bir meziyettir; bir toplum düşünme kabiliyetini kaybedince, düşünen ve düşüncelerini yazıya döken insanların işi zorlaşır.
Yazar, herkes gibileşince nitelikli kalma özelliğini kaybeder.
Bir süre sonra da gündeme getirdiği konuların niteliği tartışılır hale gelir.
Bu nedenle, uygar, serinkanlı ve düşünceye saygılı bir ortama ihtiyaç vardır.
Bu minval üzerine bir tahammül kültürü geliştirebilirsek, toplum adına büyük bir kazanç elde ederiz.
Unutulmamalıdır ki, önemli olan doğrudan söylenen değil, anlatılanın içinde sessiz bırakılandır.
Bazen bir sessizlik, bütün sözlerden daha anlamlıdır.