Son zamanlarda ülke genelinde yeniden bir “sulh selamet ve huzur” arayışının konuşulduğunu sıkça duyuyoruz. Televizyon ekranlarında da, sosyal medyada da bu tartışmaların hızla yayıldığına şahit oluyoruz.
Gündemdeki yeni “çözüm arayışları ” söylemleri, kimi insanlarda taze bir umut uyandırırken, kimilerinde ise geçmiş deneyimlerin etkisiyle temkinli bir yaklaşım oluşturuyor. Kimi bu girişimi devlet aklının bir yansıması olarak değerlendiriyor; kimiyse aynı yollardan tekrar geçmekten endişe duyuyor.
Her kafadan bir ses çıkıyor ama mesele öyle derin ve öyle hassas ki, üzerine iki kelam etmek bile ciddi bir sorumluluk gerektiriyor.
Görünen o ki devlet iradesi, artık eski ezberleri bozup yeni dünyanın düzenine uygun bir yol arayışında. Zira çağ değişiyor, dünya başka bir istikamete doğru hızla ilerliyor. Orta Doğu’da kartlar yeniden dağıtılırken, İsrail’in yayılmacı emellerine karşı bu toprakları muhafaza etmeye çalışan bir devlet aklı hissediliyor.
Bu elbette takdire şayan. Ancak niyet ne kadar asil olursa olsun, doğru icra ile buluşmadıkça akıbeti meçhul kalır.
Bugün memleketin genelinde bu sürece karşı çıkan ciddi bir kitle görünmüyor. Sadece marjinal birkaç siyasi yapı meseleyi reddediyor. Onun dışında toplumun ekseriyeti ya sessiz bir kabul içinde ya da temkinli bir destek havasında.
Lakin bölgeye baktığımızda manzara biraz daha farklı…
Sosyal medyada, yerel ve ulusal haber sitelerinde kendini aşiret reisi, ağa yahut kanaat önderi olarak tanıtan birçok kimse boy gösteriyor. Ülkenin en önemli meselelerinden biri hakkında olumlu veya olumsuz görüşlerini paylaşıyorlar. Toplum da onların sözlerinden hareketle çeşitli yorumlara savruluyor.

Peki kim bu “kanaat önderleri”, kim bu “ağalar”?
Videolarını izleyince ilginç bir tablo çıkıyor karşımıza:
• Kimi “Aşiretim iki milyona yaklaşır.” diyor,
• Kimi “On bin silahlı adamım var.” diye övünüyor,
• Kimi ise “Köylerim, hattâ sınır ötesinde nüfuz alanlarım var.” diyerek adeta bir devlet gibi konuşuyor.
Asıl soru ise şu: Bu sözlerin sahada gerçek bir karşılığı var mı?
Irak’ta, Suriye’de ve Arap coğrafyasının birçok yerinde bu manzaraları yıllardır görüyoruz:
Aşiret liderleri, beyler, ağalar… Halkın sırtından geçinen, devletin otoritesini kendi çıkarları için kullanan yapılar. Ne yazık ki son yıllarda bizim bölgemizde de benzer eğilimler belirmeye başladı.
Elbette iyi niyetli olan, ailesini bir arada tutmaya çalışan, bölgesine gerçekten faydası dokunan kanaat önderleri de var. Ancak kendisine “ağa” denmesini sadece nefsi hoşlandığı için isteyen, kendi hayatında hiçbir başarısı olmadığı halde aşiretin gölgesinde varlık bulanların sayısı da az değil.
Bakıyorum; özellikle son 5 yılda Mardin, Van, Hakkari ve Şanlıurfa’da bu tip görüntüler sıkça karşımıza çıkıyor.
Birçoğunun çocukları
en kârlı işlerin başında,
en lüks araçların içinde,
en itibarlı meclislerin ortasında.
Bir kusurları olduğunda kimse hesap soramıyor. Bir kan davası çıktığında, İslam’ın emrettiği sulh yolunu tutmak yerine kin ve intikam ateşini harlayanlar da var.

Düğünleri, dernekleri;
silahlı konvoylarla, gösterişli törenlerle yapılıyor.
Lüks araçlar,
silahlı korumalar,
havaya sıkılan kurşunlar…
Devletin gözü önünde cereyan eden bu manzaralar insana şu soruları sorduruyor:
– Eğer devlet varsa, bu silahlı kişiler kimdir?
– Madem kanun hakimdir, bu silahlar niçin elde dolaşır?
– Devletin kudreti nasıl bu kadar kolay tartışılır hale gelir?
Şu gerçeği de unutmamak gerekiyor:
Her insan – kim olursa olsun – fikrini özgürce ifade etme hakkına sahiptir. Fikir beğenilir ya da beğenilmez, toplumun takdiridir. Bizim ahlak anlayışımız ise farklı düşüneni aşağılama değil, onu insanca dinleme üzerine kuruludur.
Bir insanın sözüne değer kazandıran, elindeki silah değil; dilindeki hikmettir.

Eğer bir kimse kendinde bu kadar kudret vehmediyorsa, bunu meydanlarda değil sandıkta gösterir. Çıkar, yerel veya genel seçimlerde aday olur; kaç oy alacağını milletin vicdanı belirler. İşte o zaman gerçek sevgi de, gerçek gücüde ortaya çıkar.
Aksi halde bütün bu iddialar, torpille, rüşvetle, rantla dönen çarkların başka bir yüzünden ibaret kalır.
Ne acıdır ki devletimiz, medeni milletleri örnek almak yerine zaman zaman bunlara destek çıkarak geri kalmış Ortadoğu düzenine benzemeye çalışır bir görüntü sergiliyor.
Sosyal medyada boy gösteren “aşiret beyleri” ve “kanaat önderleri” parıltılı görüntüler sergilerken, sade vatandaş kendini yalnız hissediyor. Oysa bu ülkenin gerçek gücü; aşiretlerde, servetlerde değil, alın teriyle yaşayan o sessiz insanların kalbindedir.
Gerçek bir sulh ve selamet isteniyorsa bunun yolu şahsi nüfuzdan değil; adaletten, hukuktan ve merhametten geçer.
Birileri “güç bende” diyerek meydanlarda silah sallarken, diğerleri susuyorsa orada huzur değil, korku hüküm sürer.
Bizim dileğimiz; bu memleketin istikbalinin ilimle, akılla ve adaletle yoğrulmasıdır.
Bu topraklar yeniden kardeşliğin, birliğin ve selametin diyarı olsun.
Devletle millet el ele verip gerçek bir medeniyet inşa etsin.
Aksi halde, yeni bir yüzyıla girerken eski hataların girdabında boğulan bir millet olmaktan kurtulamayız.
Dileriz sonumuz hayır, yolumuz selamet ola…
