Geçen gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir “gündem dışı” konuşma yapıldı. Konuşan Hakkâri Milletvekili Sayın Öznur Bartın’dı. Meclis kürsüsünden, boş sıralara karşı, Hakkâri’nin sağlık sorunlarını dillendirdi.
Dillendirdi diyorum çünkü çözüm arayışı, vicdan çağrısı ya da siyasal bir sorumluluk taşıyan tek bir cümle duyamadık. Evet, Hakkâri konuşuldu. Lakin o konuşma, Hakkâri’nin kanayan yaralarına pansuman değil, yalnızca kuru bir beyanattı.
Ama izin verin Sayın Vekilim, o mecliste yedi dakikalık bir yankıydı sizin sesiniz. Biz burada her gün suskunluğunuzu mezar taşına çiviliyoruz.
Çünkü biz yalnızca bugün ölmedik.
Dün de öldük.
Yarın da öleceğiz, eğer sizler susmaya devam ederseniz.
Kış geldi mi çığ düşer, mezralarda donarak ölürüz.
İlkbahar olur, Zap nehri kabarır, köprüler taşar, boğularak ölürüz.
Pancar toplarız dağ başlarında, uçuruma yuvarlanır ölürüz.
Hastane sevki için Van yollarına düşeriz, trafik kazasında can veririz.
Çocuklarımız, eğitimsizlikten nasibini alamamış sistemin içinde harap olur; intihar ederler, biz yine ölürüz.
Her defasında bu şehir bir kefen daha giyer ama kimse “neden?” diye sormaz.
Ve siz çıkıp “Hakkâri’nin sorunlarını dile getirdik” dersiniz.
Bu halk size rekor oy verdi, sadece sizi değil, kendini Meclis'e gönderdi.
Ama siz bu halkın çığlığını değil, yalnızca kendi sesinizin yankısını dinliyorsunuz.
Bir vekil sadece oy aldığı güne değil, ölümlerin olduğu güne de sadık kalmalıdır.
Çünkü bu şehirde bir değil, bin acı var.
Coğrafya kaderdir dediniz, kabul.
Ama sizler bu kadere ağlamak yerine gözünü yuman, kalemini kıran, mikrofonunu susturan oldunuz.
Burası Hakkâri.
Türkiye'nin en doğusunda, en yükseklerinde, en yalnız bırakılanı.
Yol yok.
Tünel yok.
İş yok.
Eğitim yok.
Ama ölüm hep var.
Ve biz her gün bu yokluklarla sınanırken, siz sosyal medyada dağlarımızın fotoğrafını “cennet gibi şehir” diyerek servis ediyorsunuz.
Unutmayın ki, güzelliğin içinde ölüm taşıyan bir şehir cennetten sayılmaz.
Biz bu güzelliğin altında eziliyoruz.
Yollarımıza taş düşüyor, üzerimize suskunluk.
Ve gelelim sağlık meselesine Sayın Yetkililer;
Sayın Öznur Bartın, konuşmanızda sözünü ettiğiniz sağlık sorunlar ne yazık ki bugüne ait değil, yılların birikimi. Ve ne yazık ki çözümü de sizlerin yetki alanında ama bir türlü kimse harekete geçmiyor.
Bir soru:
2025 yılında, çağ yapay zekâ çağıyken, Yüksekova Devlet Hastanesi'nde hâlâ bir anjiyo ünitesi neden yok?
Kalp krizi geçiren biri, Van’a sevk edilene kadar can verirse, bunun hesabını kim verecek?
Bir başka soru:
Hakkâri merkezinde, Yüksekova’da, Şemdinli’de, Çukurca’da, Derecik’te…
Bir tek Çocuk İzlem Merkezi (ÇİM) neden yok?
Tecavüze uğrayan bir çocuk, istismara uğrayan bir evlat, hangi hastaneye, hangi birime sığınacak?
Daha da acısı ne biliyor musunuz?
Uyuşturucu batağına çekilen gençlerimiz var.
Kumarın, bağımlılığın, madde kullanımının her sokakta kol gezdiği bir şehirde, tek bir AMATEM, tek bir ÇEMATEM yok!
Yani gençlerin elinden tutacak, onları yaşama bağlayacak bir sisteminiz hiç kurulmamış.
Siz hangi sağlık sisteminden söz ediyorsunuz?
Boş bir ambulanstan, geç gelen bir havadan, bitmeyen sevk zincirinden mi?
Biz hastalığımızdan değil, sizin ihmallerinizden ölüyoruz.
Bir şehri yalnızlığa terk etmek sadece coğrafyayla açıklanmaz; bu düpedüz siyasi ilgisizliktir.
Yüksekova'da anjiyo yoksa kalp atışıyla alay etmişsiniz demektir.
ÇİM yoksa çocukların çığlığını duymamakta ısrar etmişsinizdir.
AMATEM yoksa gençliğin çöküşüne göz yummuşsunuzdur.
Ve siz çıkıp "Sağlık sorunlarını mecliste dile getirdik" diyorsunuz.
Hayır Sayın Bartın.
Siz sağlık sisteminin yaralarını değil, kendi vicdanınızın makyajını konuştunuz o kürsüde.
Ey devlet yetkilileri,
Ey bürokratlar,
Ey suskun STK’lar,
Ey yıllardır bu şehri sadece “güvenlik sorunu” diye ananlar...
Siz Hakkâri'yi hiç yaşamadınız ki onun için ölmenin ne demek olduğunu bilesiniz.
Sizler için burası bir seçim bölgesi, bizim için ise bir ölüm bölgesi.
Siz Hakkâri'ye bakarken haritaya bakıyorsunuz, biz annemizin mezarına, kardeşimizin yasına, köyümüzdeki yıkılmış okula...
Yedi dakikalık konuşmalarla değil, yılların sessizliğini bozan devrim gibi sözlerle seslenmek gerek Hakkâri’ye.
Çünkü biz artık "bir gün sıra bize de gelir" diye değil, "her gün sıra bize geliyor" diye yaşıyoruz.
Ve artık yeter!
Yollarımız taş değil, söz bekliyor.
Hastanelerimiz röntgen değil, insanlık bekliyor.
Gençlerimiz eğitim değil, umut bekliyor.
Ama bu bekleyişin bir sonu olmalı.
Ve o son, sizin bu sessizliğinizin bitişiyle başlamalı.
Fotoğraflarda güzel, hikâyelerde masalsı, türkülere konu bir şehir değil;
Gerçekten yaşanabilir bir Hakkâri istiyoruz.
Bir gün değil, her gün ölmemek için…
Sözde değil, özde temsil edilmek için…
Görünmek için değil, gerçekten yaşamak için…
Sayın Bartın, bu yazı yalnızca size değil; yıllardır susan, duymazdan gelen, görmezden gelen herkese ayna olsun.
Çünkü Hakkâri artık sizin sessizliğinizle değil, bizim haykırışımızla var olmak istiyor.