Yeryüzünün kıyısında, haritaların utançla gösterdiği bir coğrafyada; medyanın “ücra”, sistemin “zor”, kadronun “tercih dışı” dediği yerde bir şehir var: Hakkâri. Bu şehir yıllar boyu sadece yoklukla değil, yok sayılmakla da sınandı. Karla örtülü dağlar, aslında devletle halk arasına örülmüş sessiz duvarlardı.

Ve yıllarca bu şehir, doğmakla ölmek arasında hep bir araç bekledi; bazen bir ambulans, bazen bir hekim, çoğu zaman sadece bir ses…

Ama bazı insanlar vardır; geldikleri yeri unutmaz, unutturmaz. Hatta o yerin talihini tersine çevirmek için hayatını bir manifesto gibi yaşarlar. İşte Hamdullah Kara bu isimlerden biridir. O, sadece bir il sağlık müdürü değil; kentiyle kan bağı olan, sokaklarını nabız gibi hisseden, unvanını değil, derdini taşıyan bir adamdır.

Hamdullah Bey’in başarı hikâyesi, CV’ye sığmaz; çünkü o başarıyı rakamlarla değil, insanların gözündeki minnetle ölçer. Onun mücadelesi bir atama kararıyla başlamadı. Daha çocukken, annesinin hastalandığında gözleriyle aradığı çarenin cevapsız kalışıyla başladı. Kendi şehrinde tedavi edilemeyen insanlara duyduğu öfke, onu mesleğe değil, misyona taşıdı. Bu yüzden o, beyaz önlüğü ilk giydiğinde üzerine bir de sorumluluk aldı: “Bu şehir artık beklemeyecek!”

Beklemek...

Bu coğrafyada beklemek, kaderle pazarlık etmektir. Kışın bastırdığı bir köyde sancı çeken bir kadının nefesiyle, şehir merkezinde çalışan doktorun mesaiden çıkma saatinin çarpışmasıdır. Hamdullah Kara bu bekleyişi bitirmek için sadece doktor getirmedi. Bir zihniyet getirdi. Sağlık sistemine dair algıyı değiştirdi.

Bugün Hakkâri Devlet Hastanesi sadece bir bina değildir. O bina, yıllardır başka illerde şifa aramak zorunda kalan on binlerce insanın yurdu olmuştur. Göğüs hastalıklarından çocuk sağlığına, kadın doğumdan ortopediye kadar onlarca branşta uzman hekimlerin görev yaptığı bir sistem artık Hakkâri’de var. Ama bu bir sistem değil; bir adanmışlığın mimarisidir.

Elbette kolay olmadı.

Hekim bulmak değil, ikna etmek zor oldu. İstanbul’da, İzmir’de konforlu kliniklere alışmış doktorlara “Hakkâri’ye gelin” demek, yalnızca bir teklif değil, bir davaydı.

Ve Hamdullah Kara bu davayı şahsi bir mesaiye çevirdi. Gerektiğinde bir ağabey, bazen bir dost, çoğu zaman da bir mücadele arkadaşı oldu. Çünkü mesele, yalnızca bir şehirde doktor bulundurmak değil, o şehri artık yalnız bırakmamaktı.

Kırsalda bir çocuğun ateşi yükseldiğinde, onu il dışına göndermek artık bir seçenek değil. Çünkü sağlık Hamdullah Kara’nın müdürlüğünde Hakkâri’nin dağlarını aştı, mezralarına kadar ulaştı. Her yeni istasyon, her yeni ambulans, sadece bir yatırım değil; geçmişteki ihmalin telafisiydi.

Peki, nedir Hamdullah Kara’yı farklı kılan?

Liyakattir, elbette. Ama daha önemlisi, hafızadır. O, yönettiği coğrafyayı Google Maps’ten değil, çocukluk anılarından okuyan biri.

O yüzden bir köyün adını duyduğunda sadece harita değil, bir insan yüzü beliriyor zihninde.

Bu yüzden atanan her doktor onun için bir görev emri değil, bir can kurtaran halkadır.

Kurumda çalışan bir temizlik görevlisinin çocuğu için gösterdiği hassasiyet, onun makama değil insanlığa inandığının göstergesidir. Hastane koridorlarında ona ‘müdür bey’ değil ‘hocam’ diye hitap edilmesinin nedeni, sadece mesleki kimliği değil, güven veren duruşudur.

Hakkâri’de sağlık devrimi, bir sabah bakanlık genelgesiyle başlamadı.
O devrim, bir adamın gözlerini dağlara dikip “Ben bu kenti tedavi edeceğim” demesiyle başladı.
Ve bugün Hakkâri'nin dağlarında sadece sis değil, şifa da yükseliyorsa, bunda Hamdullah Kara’nın teri, sabrı ve gecesi vardır.

Bu yazı bir övgü değil.

Bu yazı, unutulmaması gereken bir hatırlatmadır:
Gerçek kahramanlar ekranlarda değil; kıyıda, köşede, gece nöbetlerinde, sessiz çabalarında yaşar.

Ve bazen bir şehrin kaderi değişir…
Bir adamın yürüdüğü yola, vicdanını düşürmesiyle.