Hakkari’nin soğuk sabahlarında umudu ısıtan Sibel Yanal, mesleğini değil, bir yüreği temsil etti.

ZAMANIN ÖTESİNDE BİR VEFA: SİBEL YANAL (HAKKARİ LİSESİ ÖĞRETMENLERİNDEN)

Bir gün biri size “VEFA NEDİR?” diye sorarsa, onlara uzun uzun konuşmayın.
Sadece bu fotoğrafı gösterin.
Orada, yıllar önce Hakkari’nin soğuk sabahlarına umutla yürüyen bir öğretmenin, Sibel Yanal’ın izi vardır.
Sözle değil, yaşarken öğreten bir öğretmenin…
Görevini bir maaş değil, bir vicdan meselesi olarak gören bir kadının sessiz kahramanlığı vardır o karede.
Bir zamanlar Hakkari Lisesi’nin koridorlarında yankılanan o sıcak ses, bugün bile duvarların gölgesinde yaşıyor.
Tozlu sıralarda kalmış bir tebessüm, kar yağarken bile sıcacık kalan bir sınıf hatırası…
Çünkü Sibel Hoca sadece ders anlatmazdı; yoksul bir çocuğun saçını okşarken geleceğe inancı da yeşertirdi.
Köyden gelen, ayakkabısının ucunda kar birikmiş bir öğrenciye “sen yaparsın” dediğinde, aslında bir hayatı kurtarırdı.
Ve sonra bir gün…

Whatsapp Image 2025 11 13 At 21.58.05 (1)
Hayatın acımasız bir sessizliğiyle mücadele etmeye başladı.
Ölümcül bir hastalıkla savaştı, tıpkı öğrencileri için yıllarca savaştığı gibi.
Ama bu kez tebeşir değil, zaman tükeniyordu elinde.
Yine de şikâyet etmedi.
Çünkü onun yüreğinde yalnızca bir meslek değil, bir yemin vardı: “Bir çocuğun umuduna dokunmak, bir ömrü anlamlı kılar.”
Sibel Yanal, 13 yıl önce bu dünyadan göçtü.
Ben ise yıllar sonra, bir tesadüfün, bir hatıranın ardından onun gidişini öğrendim.
Ve içimde bir şey kırıldı.
Kelimeler döküldü ellerimden, bir yazı yazdım…
Sonra o yazı birden yankı buldu.
Meğer Sibel Hoca sadece bizim öğretmenimiz değilmiş.
Ülkenin dört bir yanında kalplerin en derinine işlemiş bir anne, bir dost, bir yol göstericiymiş.
Bir gün, o yazının ardından, yıllar önceki öğrencilerle, ailesiyle buluştuk.
Almanya’dan, Konya’dan kız kardeşleri geldi.

Whatsapp Image 2025 11 13 At 21.58.05
Yüksekova’dan bir öğrencisi, bir eş…
Hepsi sessiz bir hüzünle Hakkari’ye geldiler.
Sibel Hoca’nın en sevdiği yer olan Hakkari Lisesi’ni ziyaret ettiler.
Ama okulun yerinde artık rüzgâr vardı.
Duvarlar yıkılmış, hatıralar sessizliğe gömülmüştü.
Yine de gitmediler. Saatlerce orada kaldılar.
Bir duvarın gölgesinde, bir sınıfın hayalinde, bir sesin yankısında…
“Burasıydı” dediler. “Ablamızın en çok sevdiği yer burasıydı.”
Sonra bana ulaştılar, buluşmak istediler.
Ben de o yıllarda sınıf başkanımız olan Habip Hocam’a, o dönemin okul müdürü Sadi Akdağ Hocam’a haber verdim.
Birlikte çarşıya çıktık.
Ve işte o anda Hakkari’nin mucizesi yeniden başladı.
Her köşe başında bir öğrenci daha katıldı yanımıza.
Bir diğeri uzaktan koştu, bir başkası “Hocamı ben de tanırdım” dedi.
Adım attıkça kalabalık büyüdü,
bir zamanlar bir öğretmenin yüreğine sığmış bir şehir, yeniden onun etrafında birleşti.
İşte vefa buydu.
Bir mezar taşında değil, yaşayan kalplerde filizlenen bir hatıra.
Bir öğretmenin ölümünden yıllar sonra bile, adını duyan herkesin boğazına düğümlenen bir isim.
Sibel Yanal, bize öğretmenliğin bir meslek değil, bir miras olduğunu öğretti.
Ve biz, yıllar geçse de o mirasın emanetçisiyiz.
Kimi insan öldüğünde unutulur,
kimi insan yaşarken bile silinir dünyadan…
Ama bazıları vardır tıpkı Sibel Hoca gibi
gittiği her yerde iz bırakır,
ve o iz, bir gün bir öğrencinin kaleminde,
bir cümlenin tam ortasında yeniden can bulur.
Sibel Hocam siz hâlâ buradasınız.
Her “hocam” diyen sesin yankısında,
her öğrencinin içindeki minnetin sessiz duasında,
ve Hakkari’nin dağlarına düşen her kar tanesinin içinde yaşıyorsunuz.
Çünkü vefa, bazen bir çiçek bırakmak değildir mezara.
Bazen, yıllar sonra bile aynı kalp atışını hissetmektir bir fotoğrafa bakarken.
Ve o gün orada, o kalabalığın içinde anladık ki,
Sibel Hocam ölmemişti.
O sadece çok sevdiği öğrencilerinin yüreğine sığınmıştı…

Öğrenciniz Abdullah DEMİRALP