Neye karşı olduğumuz kadar neyi neden ve nasıl savunduğumuz da önemli.
15 Temmuz ile ilgili söylenebilecek en kritik söz; milletin feraseti devreye girerek ülkeyi uçurumun kenarından aldığı güne kadar “devletin aklı” uyanmamış olabilir mi? 251 insanımızı hayattan koparan, 2 binin üzerinde insanımızın yaralandığı 15 Temmuz gecesine oyun, tiyatro vb. yakıştırmalar yapmak akıl karı değil. O gece bir kabustu. Ülkemizin geçmişi darbelerle dolu ama 15 Temmuz darbe kalkışması öncekilerden farklıydı. Çünkü ülke tarihinde ilk kez TBMM darbeciler tarafından bombalandı, halkın üstüne tanklar sürüldü. Darbelerden çok çekmiş halk sokaklara döküldü, ülkeyi devleti ve siyasi iktidarı darbeci çetenin tasallutundan kurtarmış oldu. Dolaysıyla bu çetenin kanlı bir darbeye girişebileceklerini öngörmemiş olan siyasi iktidarın zaferi değildir. Bu zafer bizahati halkın zaferidir.
Asıl konuşmamız gereken 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bu ülkede neler yaşandı? Nu oldu?
İktidar Anayasa’ya uygun olarak 20 Temuz’da 3 ay için Olağanüstü hal ilan etti, olması gerekende buydu. O gün hükümet yetkilileri ‘OHAL’ı 40-45 gün için ilan ettiklerini açıkladılar. Darbenin bastırılmasıyla ülkede sağlam bir demokrasi inşa edileceği beklentisi yaygındı. Fakat OHAL 2 yıl sürdü. İktidar OHAL’ın konforunu keşf etti, çünkü OHAL iktidara muazzam imkanlar veriyordu. Örneğin OHAL döneminde çıkarılan HKK’lar iptali sitemiyle Anayasa Mahkemesine götürülemiyordu. (Anayasa madde 148) İktidar güvenlikle alakası olmayan kanunlarda değişiklik yaparak demokrasiyi tahkim etme yerine, kendi otoritesini pekiştirdi.
Herkes kabul eder ki YÖK kanunu darbeyle, milli güvenlikle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Hakeza Seçim kanunun darbeyle, güvenlikle hiçbir ilgisi yok. Ama iktidar bu kanunlarda muhalefet ve akademi aleyhine, kendi lehine değişiklikler yaptı. Dokuz yıl geçti aradan ve adalet alanında yaşanan mağduriyetler herkesin malumu. Devletin en yetkili ağzından FETÖ’cüler için; üstü ihanet, ortası ticaret ve altı ibadet tanımı yapıldı. Ancak ne yazık ki; ihanet ve ticaret ayağına pek dokunulmadı. İbadet kısmı ise adaletsizliklerden olabildiğince etkilendi ve birçok haksızlıklar yapıldı.
Bu süreçte yargıçlar FETÖ damgasını yememek adına baktıkları dosyalarda hukuka uyarak değil, korkuyla verdikler hükümlerini. Ülke tarihinde yargı hiç bu kadar siyasallaşmanın aracı olmadı. 16 Temmuz’dan itibaren KHK’larla askıya alınan hukuk bir daha asla normal bir hukuk olamadı. Yargı, sistemi bir adalet üretemedi, hukuk üretemedi. Bu ülkede bir daha antidemokratik bir kalkışmaya cüret edilmesin diye demokratik ve anayasal kurumları güçlendirmek, kuvvetler ayrılığını tesis etmek yerine bütün yetkileri tek elde toplayan bir hükümet sistemine geçildi. Böylece demokrasi ve hukuk devleri standartlarını yükseltecek reformlar, yapılmadı. Kimse kusura bakmasın 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra demokratik değil, antidemokratik otoriter bir sitem icat edildi. İcat edilen sistemle, ekonomiyi “nas” politikalarıyla, eğitimi ‘dindar nesil’ nidalarıyla hukuku talimatla yönetme hevesine kapıldı yöneticilerimiz.
FETÖ’cüler belki kurumlardan temizlendi, fakat FETÖ ahlakı siyasete, bürokrasiye, iş alemine ve cemaatlerden STK’lara her alana sirayet etti.
Hasılı kelam; Bir kumpas ahlaksızlığı ülkeye hakim oldu. FETÖ’cülerle mücadele ediyorum diyenler dediği şeye dönüştü. Millet, darbeyi savuşturdu savuşturmasına fakat o yapıyı besleyen, terbiye eden ahlak tevarüs edildi. Ülkeye yazık oldu.
15 Temmuz yollara düşenlerin başarısıydı. Yayın dünyasında FETÖ’nün organlarında yazan, kitapları çıkan, bürokraside mevki elde eden, ünlerine ün katan isimlerin bir iki cümleyle kendini aklama uyanıklığı yanlarına kar kaldı.