Devlet toplumu yönetebilmek için meşru iki aygıtı bulunmakta bunlar devletin ideolojik ve zor aygıtlarıdır. Devlet bu aygıtlar üzerinde topluma bazı şeyleri meşrulaştırır. İdeolojik aygıtlardan birkaç tanesi eğitim, adalet, siyaset, medya…’dır. Bu yazıda devletin şiddeti eğitim kurumu üzerindeki meşruluğuna değinmek istiyorum.
Eğitim kurumu bu ideolojik aygıtlardan bir tanesidir. Her siyasi iktidar mevcut ideolojisini bireylere enjekte etmek ve meşru kılmak için en sık başvurduğu kurumdur. Ama toplumuzda giderek artan ve sosyolojik bir hal alan şiddet sorununu derinleştirmeye yönelik eylem olduğunun farkına varmadan meşru bir şiddet kavramını bizlere dayatmaktadır.

Her ne kadar birey ilk eğitimi aileden alsa da asıl şekillendikleri ve toplum içinde hareket olanaklarını olgulaştıran korumlar okuldur. Eğitim kurumlarında çocuklara çok sık uygulanan ve meşru gibi enjekte edilen şiddet unsurlarından biri çocukların eğitim, anlayabilme seviyelerine göre bir diğer öğrencinin gözüne sokarak gruplamak ya da uygun olmayacağı şekilde öğrencinin arkadaşına bir nefret duygusu aşılamaktır. Bunları tembel-çalışkan, başarılı-başarısız… gibi bir olumlu bir de olumsuz cümlelerle öğrencileri gruplamaktır. Öğrenciler arasındaki farkı gözetmeden gruplandırma yapmak ve farklı ilgilerine değinmeden yargılamak öğrencinin başarılı olduğu ilgi alanlarından da soğutma anlamı taşımaktadır. Bunlara çocuklar ilk yıllarında anlam vermeyebilir ama zaman ilerledikçe bilinçsiz de olsa öğrenmiş oldukları bu şiddeti sosyal hayatlarında kullanmaya başlarlar. Farklı etnik kökene, dine, coğrafyaya, ... mensup öğrencilere yaklaşım tarzı, dillerinin yasaklanması, konuştukları diller yüzünden cezalandırılması … hepsi öğrencilere uygulanan meşru bir şiddetin göstergesidir. Hal böyle iken günümüzde şiddetin neden azalmadığını sorgulamak bazı şeylere kör olduğumuzu ya da görmek istemediğimizi gösterir.

Meşruu şiddet Cumhuriyetin ilk yıllarından 20. Yüzyılın ( 1920-1995) sonlarına kadar kürtlerin %80’lik bir kısmı Türkçe bilmez iken, günümüzde Kürtçeyi unutup ve hiç konuşamayan bir nesile kadar gelişimin en bariz örneğidir. Günümüzde bir lütufmuş gibi yasal olan, hak olan anadillerinin seçmeli ders olarak bir halka verilmesi ne kadar doğru? Bu uygulama biz istediğimiz için kürtsünüz kürtçe öğrenebilirsiniz, atalarınızla konuşmanıza istediğimiz zaman izin veririz istediğimiz zaman yasaklarız anlamında uygulanan meşru şiddettir. Bir milletin vatanında memleketinde şiddete maruz kaldığının, sürgün yaşadığının kanıtıdır.
İlköğretimde yıllarca öğrenciler bir metaymış gibi şekillendirmek çok daha büyük sorunlara sebebiyet verir. Sadece ezber ve teori derslerinin verilmesi ve her bir öğrencinin aynı duygu ve düşünceye sahipmiş gibi ideolojilerinin aktarılması zamanla birbirlerinden farklı olduklarının farkına varmaları ile beraber fiyaskoya dönüşebilmekte. Sürekli değişen eğitim sisteminin bununla beraber öğrencilerin kendine ayırabileceği zamanlarının kısıtlanması ya da kaldırılması insanların düşünebilme yeteneğinden mahrum bırakılması sadece koyun ve sürü hayvanlarına benzeterek mümkün.

Okullar ilim, bilim ve ahlak yuvalarıdır. İnsanların eğitim kurumlarından bilime ulaşabilmeleri için teoriden çok düşünebilme yeteneğinin ilk yıllarda verilmesi lazım iken düşünce eğitimlerinin önünün kesilmesi ve farklı öğrencilerden farkının olmadığı, birbirinin hissettiği her şeyin ortak olduğu ve birbirlerine olan saygıyı yitirmelerini meşrulaştırırız. Buna eğitimde çok başlılıkla ya da sosyal statülerle de örneklendirebiliriz.

Ülkede üniversitelerin ve okur-yazar oranını artırılması farklı düşünceler, toplumsal olaylara farklı bakış açıları geliştirir. Ama her düşünceye ambargo uygulanması üniversite yönetiminin yetersiz rektörlere verilmesi liyakattan uzak akademisyenlerin yerleştirilmesi ülkede bilimin gelişmesinin önüne geçmekte ve ülke içine bolca vasıfsız üniversite mezunları, marketlere vasıfsız kasiyer ve hamal yetiştirmenin önüne geçememekte. Üniversite mezunlarının emeğine yabancı kalması vasıfsız bir şekilde ilgi alanının olmadığı alanlarda bulunması emeğinin karşılığını alamamasının ezikliğiyle kendisine uygulanan meşru şiddeti sosyal hayatında kullanmaya başlar. Toplumda karşımıza çıkan her bir kavramın bir realitesi bulunmaktadır. Bu realitenin ne olduğunun araştırılmaması, üzerinin örtülmesi veya devletin farklı aygıtlarıyla meşrulaştırılması şiddet gibi hayatımızın büyük bir bölümünü işgal eden sosyolojik sorunlarla doldurmakta.

Eğitim kurumları ve bilim adamları, akademisyenler toplumsal olgu ve farklılıkları gözetmek zorunda. Bu farklılıkların ele alınmaması bireyin kendine, kültürüne ve topluma yabancılaşması, kendi içinde yaşadığı ağır şiddeti tetikler ki günümüzde bu şiddetin can kayıplarına sebep olduğunu çok bariz görmekteyiz (intihar).