Kandillerin ışığı taş duvarlarda titriyordu. Üç kişi oturuyordu: bir şair, bir şeyh, bir köylü baba.
Dışarıda Bâfil ile Lahor’un kanlı kavgası sürüyordu.
İçeride ise üç ses, aynı yaraya dokunuyordu.
Hacı Qadirê Koyî dedi:
“Ey milletim!
Beyleriniz kendi kanına susamış.
Biri Lahor, biri Bâfil diye övünür.
Ama ne fark eder?
Düşman sevinir, halk açlıktan kırılır.
Ben söyledim:
Kürt kendi kanını döktükçe, başkasının kölesi olur.
Bugün gördüğüm:
Halk toprağını kaybediyor,
beylerin gözünü hırs bürüyor.
Bu kavga, Kürdün kendi eliyle kendini vurmasıdır.”
Şeyh İsmail Berzencî dedi:
“Ey şair, sözün doğrudur.
Bu kavga fitnedir.
Allah buyurdu: ‘Müminler kardeştir.’
Ama kardeşlik unutturuldu.
Beylerin sofrası dolu, halkın sofrası boş.
Kadınlar dul, çocuklar yetim.
Kanla büyüyen iktidar, ümmeti parçalar, milleti tüketir.
Vallahi zulmün ömrü kısadır.”
Sonra köylü baba konuştu.
Sesi, dağlardan esen rüzgâr gibi acıydı:
“Ben Botan’dan geldim.
Köyüm yakıldı, çocuklarımı alıp Mahmur’a sığındım.
Ben hutbe bilmem, şiir bilmem.
Ama ben açlığı bilirim, sürgünü bilirim.
Oğlumun ayağı çıplak, kızım geceyi ekmeksiz geçiriyor.
Beyler birbirini boğazlıyor, biz mezar kazıyoruz.
Onların atı arpa yiyor,
benim yavrum taşın üstünde uyuyor.
Rüzgârı battaniye sandık, göğü çatı bildik.
Söyleyin, hangi Allah buna razıdır,
hangi tarih affeder?”
Meclis sessizliğe gömüldü.
Kandiller söndü.
Ama sözler taşlarda asılı kaldı.
Yüzyıllar aktı.
Bir başka kandil yandı.
Mahabad kuruldu, düştü.
Dersim kan içinde kaldı.
Halepçe zehir soludu.
Botan’ın köyleri boşaltıldı.
Mahmur çadırlarla doldu.
Cizîr, Nusaybin taş yığınına döndü.
Ve yine Kürt çocuğu, yarım kalan çocuklukla büyüdü.
Bir şair, uzaklardan ses verdi:
Li Îranê
çar zarokên
Fars
Tirk
Ereb û
Kurd
wêneyê mêrikekî çêkirin…
Dize, tarih boyunca yankılandı.
Koyî sustu.
Berzencî dua etti.
Köylü baba ağladı.
Ama bu kez yalnızca ağıt kalmadı.
Çünkü Halepçe’nin küllerinden fidanlar çıktı.
Mahmur’un çadırlarında çocuklar kitap okudu.
Rojava’da kadınlar barikat kurdu.
Şengal’de analar ağıtın yanında direniş türküsü söyledi.
Ve biz anladık ki:
Bâfil ile Lahor’un gölgesi hâlâ üzerimizde,
ama gölgenin içinden ışık da doğabiliyor.
Her yeni mezar taşı bize bir hakikati fısıldıyor:
Kürt birleşmezse kendi toprağını kendi elleriyle gömer.
Ama birleşirse,
kendi küllerinden yeniden doğar.