İşten yorgun çıkmıştı. Onca saat telefonla konuşmak yormuştu. Bilgisayarda işlem yapmaktan boynu ağrıyordu. Saatine baktı. Saat henüz 17.20 idi. Yaz ayı olduğu için hava hâlâ aydınlıktı.

Arkadaşlarının dışarıda yemek yeme teklifini nazikçe reddetti. Teknolojiye çok maruz kalmıştı. Eve gidip dinlenmek istiyordu. Eve doğru yürümeye başladı. Yemek yapacak hali yoktu. Yol üstü ev yemekleri yapan bir mekan vardı. "Oradan bir şeyler alır eve giderim" diye içinden geçirdi . Sonra dünden kalan yemeklerinin olduğunu hatırladı. Yemek almaktan vazgeçti. Eve vardığında rutin temizliklerini yaptı. Kanepeye uzandı. Kendini yorgun hissediyordu. Daha fazla uzanırsa uyuyakalacaktı. O bu saate uyumayı sevmezdi. Uzandığı yerden kalktı. Mutfağa yöneldi.

Yemeğini ısıttı. İsteksiz bir şekilde yemeye başladı. Karşı sandalyeye baktı. Uzun zamandır boştu. Yalnız yaşıyordu. Bir süredir bu yalnızlığı kafasına takılmıştı. Kaşığı tabağın kenarına özenle bıraktı. Peçeteyle ağzını sildi. Bu onun doydum deme şekliydi. Aslında çok da bir şey yemedi. Ama canı daha fazla yemek istemiyordu. Telefonu çaldı. Telefona bir süre baktı. Sonra açtı. Arayan iş arkadaşı Selim'di. "Kerem bizimkilerle tatlı yemeğe gidiyoruz. Yemeğe gelmedin bari tatlıya gel" dedi. "Teşekkür ederim. Size afiyet olsun. Evde biraz işim var" dedi Kerem.

Dışarı çıkmak istemiyordu. İşte mi yorulmuştu. Yoksa sabahtan beri midir böyle yorgun hissediyordu anlamıyordu. Telefonu masaya bırakmadı. Bir süre sosyal medyada dolaştı. Yemek masasında ne kadar kaldığını anımsayamadı. Yerinden kalkarken "eskiden ne de güzeldi. Yemeklerimizi yerdik. Hızlı bir şekilde sofrayı toplardık. Televizyonu açardık. Yeşilçam filmlerini izlerdik" dedi kendi kendine. Teknolojinin çok da ilerde olmadığı zamanları özlemişti belli ki. Sofrasını topladı. Bulaşıklarını yıkadı. Masasını özenle sildi.

Nostaljik bir şeyler yapmak istiyordu. Ya da izlemek... Bilgisayarından YouTube'u açtı. Yeşilçam filmlerinden birini izlemek istiyordu. Sosyal medyadan, teknolojiden uzak olan bir şeyler yapmak niyetindeydi. Kendi kendine bir kahkaha attı. "İlahi be Kemal teknoloji olmasın diyorsun. Bilgisayarını açıyorsun. O da yetmiyor Yeşilçam filmlerini Youtube'tan izliyorsun." dedi. İzleyebileceği çok sayıda film fardı. O yine Selvi Boylum Al Yazmalım filmini izledi. Teknolojiden sıkıldığını düşünüyordu. Ama kahvesini kahve makinasında yaptı. Mutfak masasına oturdu. Filmi izlemeye başladı.

Hâlâ televizyon almamıştı. Bilgisayarın da aynı işlevi gördüğünü düşünüyordu. Filme dalmıştı. Kahvesini içmeyi unutmuştu. Kupayı eline aldı. Kahve epey soğumuştu. "İnsanlar soğuk kahve içmek istediklerinde kafeye gidiyorlar. Hem de onca para veriyorlar." dedi. Yeni ve sıcak bir kahve yapmak istemiyordu. O da kendini böyle teselli ediyordu. Filme tekrar daldı. Filmi her izlediğinde aklı bir şeye takılıyordu. "Asya neden aşık olduğu İlyas'ı değil de Cemşit'i seçmişti." Kerem kadın değil ki bunu anlayamazdı. Kerem vefanın, değer bilmenin, saygının aşktan daha değerli olduğunu nerden bilecekti.

Film bitmişti. Tam telefonunu eline alacakken salona baktı. Salonun bir kısmı mutfaktan görünüyordu. Gözü salondaki duvara monte edilmiş ayaksız sehpaya ilişti. Rahmetli dedesinden kalan gramafonu gördü. Salona yöneldi. Gramafonun kapağını açtı. Sayısız plak vardı. Çoğu doğru dürüst çalmıyordu bile. Fakat o dedesinin hatırasına saygısızlık etmemek için hiçbirini atmıyordu.

Belli ki nostaljiye doymamıştı. Plakları inceledi. "İşte aradığım diva" dedi. Müzeyyen Senar'ı dinlemek istiyordu. Plakı yerleştirdi. Gramafonun kolunu çevirmeye başladı. çevirdikçe içi huzurla doluyordu. İğneyi plaka bıraktı. Müzeyyen Senar sesiyle tüm evi huzura boğmuştu. "Kimseye etmem şikayet" şarkısını söylüyordu. Kemal de koltuğa oturdu. Eşlik etmeye başladı. Şarkı bitene kadar da gözlerini açmadı. Şarkı bitince koltuktan kalktı. Plakın diğer yüzünü taktı. Yine kolu çevirdi. İğneyi yerleştirdi. Sevdiği bir diğer şarkı çalıyordu. "Kapıldım gidiyorum işte." Oturdu. Gözlerini kapattı. Bu şarkıya da eşlik etti.

Şarkılar bitti. Plakı yerinden çıkardı. Özenle kılıfına yerleştirdi. Gramafonun kolunu sabitledi. Ona uzun uzun baktı. "Keşke 1960-70'lerde yaşasaydım. Daha mutlu olurdum" dedi kendi kendine. "Neyse ben yine de bu zamanda kalayım. Gideyim de çay makinasında bir çay yapayım. Teknolojiye karşıyım. Ama onsuz da olmuyor. Kendimle nasıl da çelişiyorum." dedi. Yine kendine güldü. Çayını aldı. Balkona çıktı. İnsanlar gündüz sıcağından çıkmamışlardı. Belli ki dışarı çıkmak için akşam serinliğini beklemişlerdi. Dışarısı karnaval gibiydi. Paten kayan çocuklar. Yürüyüş yapan insanlar. Mekanlardan çıkan gençler. Gitar çalıp onlara eşlik edenler...

Tekrar düşündü. Gerçekten bu dönemin insanı mıydı diye. Gerçekten teknolojiden uzak kalmak istiyor muydu. İtiraf etti kendine. Hayatı o aletler sayesinde çok kolaylaştı. Belki de onu mutsuz eden de buydu. Her şeyin çok kolay olması. Her şeyin hızlı tükenmesi... Çayından bir yudum aldı. "Teknoloji kalsın. Ama bunların yanında gramafonum da kalsın" dedi. Gramafondan şarkı dinleyince kendini herkesten her şeyden uzak hissediyordu. Çünkü onda dedesinin kokusu, sesi, sözü vardı.