Kürt meselesinde bilinmesi gereken husus; İngiltere, İspanya vb. yerlerdeki ayrılıkçı hareketlerle birebir aynı olmadığıdır.

Bu hareketlerle Kürt hareketi arasında temel bir ayırım var. Bahsi geçen yerlerdeki hareketler “ siyasi örgütlerdir” Pozitif siyaset yoluyla taleplerini kabul ettirmeyenler sonra işi silahlı mücadeleye dökmüşler yada eş zamanlı olarak hem siyasi hem de silahlı mücadeleyi beraber yürütmüşler. Kürt hareketinde ise önce silahlı, sonra siyasi mücadeleye geçilmiştir.

İnsanlar sorunlarını meşru yollarla dile getirirler, bunun yolu da siyasetten geçer. Taleplerini meşru ve serbest yollardan ifade edilmesinin adına kısaca pozitif siyaset denir. Ulus devlet resmi düzeyde bir kimliği merkeze aldığında, diğer kimlikleri zorunlu olarak “ötekileştirir” kimliğin isminin yada şeklinin bir önemi yoktur. Asıl olan, resmi kimliğin diğerlerini kendine icra etmek üzere kurgulanmasıdır. Bu tutum; diğer aidiyet ve kimlikleri haksız bir şekilde baskı altına alır.

Kürt meselinin özünde ayrılıkçılık yoktur. Türkiye’den ayrılıp bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyenler yüzde 2,5, Federasyon düşüncesinde olanlarda azami yüzde 7,5 oranındadır. Geriye kalan yüzde 90’lık ana kitle Türkiye’de diğer kavimlerle bir arada yaşamak istiyor.

Tarihte Türklerle Kürtler arasında uzun süre cereyan etmiş bir çatışmadan söz etmek imkansızdır. Kürt hareketi, ittihatçı bir geleneği tevarüs ederek ulusalcı ve modernist retoriğinde sürüyor. Kim ne derse desin toplum olarak ağır bir bedel ödüyoruz. Yakın tarihte, yaşadığımız tecrübelerden hiçbir ders çıkarmamış gibi bugünde aynı hataları tekrar ediyoruz. Siyasi çözümsüzlük sorunun ağırlaşmasına yol açan önemli bir faktördür. Sorunun iç siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal boyutları çözüme kavuşturulmadan sorunun uluslar arası boyutu çözüme kavuşturulamaz. Kabul etmek gerekir ki, Kürt sorunu Türkiye’nin en büyük ve en ağır sorunudur.

Milliyetçi bakış açısını aşan daha kapsamlı siyasete ihtiyaç vardır. İnsan onurunun korunması ve yüceltilmesi, tüm siyasi hesaplardan daha kıymetlidir. Katılımcı ve müzakereci siyaset sorunu çözüme götürecek en kestirme yoldur. Bu eksende bölge insanın, kimlik ve kültürel hakları tanınarak anayasal teminat altına alınmalı, anadilin eğitimde kullanılması yasal hale getirilmeli, ekonomik sorunlar çözüme kavuşturulmalıdır. Çünkü ekonomik sorunlar ülkenin geleceğini tehdit eden siyasi sorunları besler.

Belki de tarihte çok az ülkeye kısmet olacak zenginliklere sahibiz. Bu zenginlik; kültürden siyasete, etnisiteden, inanç gruplarına, tarikatlardan cemaatlere kadar çok farklı alanlarda gündelik yaşantımızın bir parçası haline gelmiş. Bunu bir zenginlik yada zaaf olarak algılamak ise topluma kalmış bir tercihtir.
Bu kadar farklılığın ve zenginliğin sahibi bir ülkede doğal olarak, gündelik siyasete ilişkin tartışmaların ve kullanılan siyasi terminolojinin de zengin olması beklenir.

AK Parti bir vakitler Kürt seçmeninin ikici partisiydi; şimdi ise AK Parti bu seçmenlerin kahir ekseriyetinin karşıt olduğu bir kimlik edindi. Hızla değişen bir Kürt sosyolojisi var ve Erdoğan, 2015’ten beri milliyetçi ve ulusalcı kesimlerle kurduğu ortaklıklarla değişen bu sosyolojinin taleplerinin mugayirini temsil ediyor. Kürt seçmeninde AK Parti’den kopuş anlamımda kitlesel bir dönüşüm yaşanıyor.
AK Parti’nin ulusalcı ve milliyetçi çevrelerle kurduğu ittifaklar sonucu; Kürt sorunu benim sorunumdur söyleminden, Kürt sorunu yoktur söylemine geçiş yapmıştır. Eğer siyaseti, farklı olan ile ortak bir gelecek kurma, birlikte karar alma, toplumsal taleplerin siyasal karar süreçlerini birlikte inşa edebilme düzeyine geçilirse sorunların çözümüne katkı sunacaktır.

Lübnan Hizbullah’ın katılımcı ve müzakereci siyasetinden bir örnek vermek belki bir katkı izi verebilir. Lübnan Hizbullah’ı bazen Hıristiyanlara oy verirler. Bunu da şöyle izah edeler: “Lübnan’da Hıristiyanlarla iç içe yaşadığımız bazı bölgeler var, orada biz çoğunluğu teşkil ediyoruz. Seçimi Hıristiyanların sayısal çoğunluk sağlayarak kazanmaları mümkün değil. Ama biz karar alıyoruz, seçimlerde Hıristiyan bir adaya oy veriyoruz, bazen aday bile çıkarmıyoruz.

Amacımız gücü yoksa da Hıristiyanların temsilini sağlamak, böylece yönetim ve siyasete katılıyorlar, kendilerini dışlanmış veya baskı altında hissetmiyorlar. Her yeri demokratik yollarla da olsa istila etmenin uzun vadede aleyhimize olduğunu biliyoruz.”

Etnik gerilimin olduğu yerlerde, kutuplaştırıcı siyaset toplumsal kaosa yol açar. Türkiye’de kendi bölgesinde avantajın olması hasebiyle şu veya bu siyasi partiye Lübnan’daki örneği uygulayın denilmiyor. Türkiye’nin her tarafında demokratik mücadeleye katılmaları her siyasi grubun hakkı olduğu kadar seçim sonuçlarına saygı duymakta bir hak telakki eder. Kürt sorununu çözecek olan, Türkiye’de birlikte yaşama koşullarının belirlenmesi ve ön şartsız olarak üretilmesidir. Siyasi alanı özgürlükçü kodlarla tanzim etmesi ve siyasi kimliği kapsayıcı, kültürel hakları güvence altına almakla mümkün olabilir..

Televizyon ekranlarında iki Kürtçe türkünün seslendirilmesi Kürt sorunun çözüldüğü anlamına gelmez. Şiddet ve güvenlik eksenine sıkışmış bir anlayıştan çözüm üretilemez.
Toplumsal talepler yok saymakla, yasaklamakla, bastırmakla, üstünü örtmekle ortadan kalkmıyor. Bilakis daha büyük krizleri beraberinde getiriyor. Ülkedeki siyasi kurumların yaşaması, serbest tartışma ve müzakereye bağlıdır. Sorunların barışçıl yollarla çözülmesi, iktidarın halkın iradesine saygı göstermesi ve özgür fikir alışverişi ile mümkün olacaktır.

Uzun yıllara yayılan Kürt sorunun çözüm yolu siyasetten geçer. Öyle yada böyle bir gün mutlaka diyalog kapısı aralanacak, demokratik mekanizmalar devreye girecektir. Ancak, Kürt sorununda çözüm başka bahara kaldı desek yanılmış olmayız.