“Ne her du reş in, ne her du spî in — lê jiyan bi hev re xweş e.” (İkisi de siyah değil, ikisi de beyaz değil — ama hayat birlikte güzel.

Bir aracın sollamasıyla başlayan bir tartışma...

İçinde çocukların ve kadınların olduğu bir arabaya taşlı sopalı bir saldırı...

Akrabalar arası hakaretler, aşağılamalar, gurur çatışmaları…

Ve sonra adına “barış” denilen bir sessizlik…

Ama aslında barış değil, bir suskunluk.

Korkudan değilse bile, utançtan değilse bile, hesapsızlığın yarattığı bir boşluktan.

Oysa bu bir trafik tartışması değil.

Bu, geçmişte ekilip unutulmuş tohumların, bugün öfke meyvesi verdiği bir sosyal felakettir.

Bu, birkaç ailenin çatışması değil.

Bu, çürümüşlükle yoğrulmuş, feodal zihniyetin post-modern bir yüzüdür.

Ve ne yazık ki, bunun içinden geçen herkes, yalnızca mağdur değil; zaman zaman faildir.

Bir Sınır: Kan Bağı mı, Kin Bağı mı?

Aynı soydan gelen, aynı halayda diz dize duran, aynı mezarda omuz omuza duran insanlar...

Bugün birbirinin çocuğuna sopayla saldıran, birbirinin kadınına hakaret eden, arabalarını taşlayan "düşmanlara" dönüşüyor.

Ne zaman böyle olduk?

Hangi öfke, hangi hak iddiası, sizi öz annenizden daha yakın akrabanızla düşman etti?

Kendi çıkarını aile onurunun, toplumsal barışın, çocukların güvenliğinin önüne koyan bir akıl var. Ve bu akıl, maalesef akıl değil; kibir, cehalet ve feodal gururdan beslenen bir körlük.

Barış mı Dediniz?

Ardından gelen sözde barış sahneleri...

Sembolik öpüşmeler, çay içmeler, “Biz aslında akrabayız” demeler…

Ama barış ne zaman pamuk ipliğine bağlı kalırsa, o artık bir suskunluktur.

Barış; hakikatin kabulü, saygının tesisi, yanlışın yüzüne söylenmesiyle mümkündür.

Kardeşlik, bir gün öpmekle değil; öfkelendiğinde bile elini yumruk yerine vicdanına götürmekle mümkündür.

Ama ne oluyor?

Arabalar veriliyor gençlerin eline, 150 kilometre ötelerden gelip kabadayılık yapıyorlar.

Sosyal medyada, dizi müzikleri eşliğinde kahramanlık hikâyeleri paylaşanlar, farkında olmadan felaketin yüceltilmesini sağlıyorlar.

Yarının annesi olacak genç kızlar, bu görüntüleri alkışlıyor.

Ve sonra, taşlı sopalı saldırılara geri dönülüyor.

Kadınların, çocukların olduğu evlere taşlar yağıyor.

Vicdan taşını yerine koymak bir yana, herkes kendi kinini meşrulaştırıyor.

Bu Yangının Külünde Vicdan Yanacak

Bu kavganın sonunda kazanan olmayacak.

Sadece yan yana mezar taşları olacak.

Ve orada ne akrabalık, ne üstünlük, ne öfke kalacak.

Bir tek pişmanlık kalacak:

“Keşke o gün susabilseydim, keşke o sözü söylemeseydim, keşke elimi kaldırmasaydım…”

Ey gençler,

Aynı düğünde halay çektiniz. Aynı taziyede diz çöktünüz.

Şimdi birbirinize nasıl kıydınız?

Bu dünyada birbirinize bu kadar düşman olmuşken, öbür dünyada nasıl hesap vereceksiniz?

Sözde Sulh Değil, Gerçek Sulh Gerek

Bugün bu olaylara “öncülük” edecek olanlar; eğer taşın altına sadece ellerini değil, yüreklerini koymazlarsa, yarın ya sevdiklerini cezaevlerine koyacaklar, ya da toprak altına.

Çünkü bu çatışma yeni değil.

Aynı senaryo 27 yıl önce de sahnedeydi.

Oyuncuların çoğu bile aynıydı.

Ve sonuç acıydı. Şimdi yeniden aynı filmi sahnelemek mi, yoksa geçmişten ders alıp yarın için aklı ve edebi inşa etmek mi?

Şunu unutmayın:

Masaya oturmak, birbirinize düşmekten daha onur kırıcı bir şey değildir. En büyük onur, ölçü ve edep ekseninde kalabilmektir.