Hayat, durmakla ilerlemek arasında bir tercihtir.

Bazı anlar vardır ki, içimizde öyle derin izler bırakır ki biz farkına varmadan o anlara hapsoluruz.

“Keşke” ile başlayan cümleler, “niye” ile biten suskunluklara dönüşür.

Zihnimizde bir tespih gibi döner durur bu düşünceler.

Elimizdeki tespih, bazen sorumluluklarımızın yerini alan bir oyalama olur.

Teselli zannedilir ama hakikatte kaçıştır.

Oysa kurtuluş; tam da bu kaçışı bırakmakla, yüzleşmekle başlar.

İlk adım: fail olmak

Yani edilgen değil, etken bir bilinçle yaşamak.
“Hamd eden” olmak.

Kur’an ne diyordu:

“Eğer siz şükrederseniz, elbette artırırım.” (İbrahim, 7)

Fail olmak, eylemi sahiplenmektir.

An’ı kutsallaştırmak değil, onu dönüştürmektir.

Hz. Meryem’in dilindeki şu içten haykırış ne diyordu:

“Keşke unutulsaydım…”

Bu söz, an’da hapsolmanın en güçlü ifadesidir.

Ama cevap açık:

Allah kimseyi unutmuyor.

O hâlde, an’dan geçmek gerekiyor…

Tıpkı Mısır’da bulunan o kadim buğday tanesi gibi:
4.000 yıl boyunca bir an’da gizli kaldı.
Ta ki, biri onu toprağa gömüp yeniden filizlendirsin diye…

İnsan da böyledir.

Bazen bir pişmanlığa, bir yıkıma saplanır.

Orada kalır. O an kimliğe dönüşür.

“Ben böyleyim” der.

Hayır.

Bu sadece bir an’dı. Geçti.

Ve Rabbin diyor ki:

“Sen hâlini değiştir ki, Ben de senin hâlini değiştireyim.”

Çünkü umut, an’dan çıkmaktır.

İsmail Sihat Kaya