Her sabah olduğu gibi bu sabah da uyanmakta zorlanmıştı. Sıcacık yatağından kalkmak zor geliyordu; fakat biliyordu kalkıp okula hazırlanması gerekiyordu.

Uykusundan uyanabilmek için olduğu yerde gerildi ve gözlerini ovmaya başladı. Yüzünü yıkamak ve saçını taramak için lavaboya yöneldi, musluğu açtı fakat su yine akmıyordu.

Musluktan tuhaf sesler geldi "su yine öksürüyor" dedi. 1982 kışında elleri vücudu titreyerek suyu akmayan lavaboda okula hazırlanmaya çalışan on yaşındaki Fatma. Yanakları soğuktan kızarmış çatlamıştı elleri çatlamaktan yara olmuştu; ama o bunları umursamıyordu.

Şu an uykusunu açacak kadar yüzünü yıkamaya yarayacak su... "Acaba dışarı çıkıp kar getirip eritsem yüzümü onunla yıkasam" dedi kendi kendine, sonra bu düşünce ona anlamsız geldi. Mutfağa yöneldi saat sabahın beşiydi ve annesi yine belli ki, çok erken uyanmış çünkü kahvaltı yerde duruyordu.

Hızlı bir şekilde kahvaltısını yaptı paltosunu giydi botlarını ayağına geçirdi ve annesini öptükten sonra dışarı çıktı. Hava epey soğuktu kar boyunu aşıyordu komşularının oğlu İsmail ile karşılaştı aynı sınıftalardı. Birlikte biriken karları yararak konuşarak okula gitmeye başladılar.

İsmail: "Biliyor musun dün haberlerde gösterdiler İstanbul'a kar yağmış okullar tatil edilmiş; ama o kadar az yağmıştı ki neden tatil ettiklerini anlamadım." dedi.

Fatma: "Bir de bize bak boyumuzu aşan karlara aldırış etmeden okula gidiyoruz, bize neden tatil yapmıyorlar." dedi. Kendi aralarında sohbet ederlerken okula vardıklarını fark ettiler. Sınıfa vardıklarında öğretmenin sobayı yaktığını en az onlar kadar üşüdüklerini fark ettiler.

Kendi aralarında gülüşüp "gup gup gup" diye ses çıkaran sobanın etrafında toplandılar; çünkü hepsi karları yararak okula gelmiş ayakları ıslanmış elleri soğuktan açılmıyordu. Sıralarına oturdular ilk ders başlamıştı, öğretmen tüm sertliği ve ciddiyetiyle dersi anlatmaya başlamadan önce sınıf içi kuralları hatırlattı.

Fatma ve birkaç çocuk daha dağınık gelmişti okula çünkü su üç gündür akmıyordu, saçlarını kuru taramışlardı fakat sanki hiç özenilmemiş gibi duruyordu.

Öğretmen cetvelle var gücüyle parmaklarını birleştiren çocukların ellerine vurmaya başladı. Ağlar yüzünü ekşitir ya da söylenirse iki misli acıtarak vuruyordu öğretmen, onlar da acılarını içlerinden yaşayıp sıralarına oturdular ve dersi dinlediler hiçbir şey olmamış gibi.

Oysa hepsi bağıra bağıra ağlamamak için sadece öğretmeni dinliyor ve tahtada yazılanları defterlerine geçiriyorlardı. Eve gitme vakti gelmişti çocukların yüzünde acı ama bir o kadar da gurur vardı; çünkü onca olumsuzluğa rağmen bugün de çok şey öğrenmişlerdi.

Fatma eve vardığında mutfakta birkaç günden kalan dağ gibi bulaşıkları gördü annesi sobayı yakmış, odunluğu temizlemiş, kırışık kıyafetleri ütülemiş suyun akması için musluğun başında bekliyordu. Annesi derinden bir ahhh çekerek söze başladı "kızım biz köydeyken çeşmelerden evlerimize su taşırdık, çok zorlanırdık ama suyumuz var diye de asla taşıdığımız su için söylenmezdik. Su böyle sessiz değildi hep gürül gürül akardı, öyle sesli akardı ki bazen konuşurken birbirimizi duymazdık." dedi.

Fatma'nın elli yaşına gelse de asla unutamayacağı bir sözdü bu "SU BÖYLE SESSİZ DEĞİLDİ."

Zaman ilerlemiş, Fatma başarıyla liseye kadar gelmiş, girdiği üniversite sınavında istediği puanı almış ve inşaat mühendisliği kazanmıştı. Fatma ile birlikte şehir de değişmeye başlamıştı yeni yapılar yapılmaya başlanmış, müstakil toprak evler yerini beton yığınlara bırakmıştı.

Fatma üniversiteye gittiğinden bu yana hiç gelmemişti memlekete. Mühendis olarak atanmıştı ve tayinini memleketine istemişti onca yıl sonra. İlk gittiği yer sürekli haksız yere dayak yediği okulu oldu; fakat tek katlı okul yıkılmış yerine beş katlı yeni bir okul inşa edilmiş, değişmeyen tek şey ise okulun adı olmuştu.

Gözleri buğulanarak baktı her yere,soğuktan titreyen ellerini sobanın etrafında ısıttığı, kalemlerini açmak için çöpün etrafında birikip günün kritiğini yaptıkları, dersleri tüm dikkatleriyle dinledikleri zamanlar geldi aklına.

Gözleri doldu ama bu sefer çocukluğundaki gibi içine atmadı sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Kendine gelince çocukluğunun gençliğinin geçtiği eve gitti orası hâlâ aynıydı içi rahat etti, resmen zamana teknolojiye dayanıyordu evleri. Bahçede birilerinin muhtemelen kiracıdır bidonları arabaya koyduğunu gördü.

Yaklaştı selam verdi kendini tanıttı, onlar da tüm sevecenlikleriyle karşıladılar, hava da epey sıcaktı Fatma'ya koyun yoğurdundan yapılmış yoğun ve buz gibi bir ayran ikram etiller. Sohbete başladılar zamanın acımasızlığından her şeyin değiştiğinden söz ettiler, sadece bir şeyin aynı kaldığını söylediler su problemi.

Fatma: "o bidonlar ne için neden arabaya koydunuz" diye sordu. Adam: "dedim ya kızım su sorunu var ilerde bir çeşme var hepsini doldurup getireceğim" Fatma onca su kaynaklarına rağmen bu susuzluk nasıl oluyor dedi ve aklından asla çıkmayan annesinin sözü geldi "su hiç böyle sessiz değildi".