Henüz hayatının başındaydı, ama halkının mücadelesinden etkilenmiş, çocuk yüreğiyle bile büyük acılara ortak olmayı seçmişti.
9 Eylül günü Yüksekova' dokuz özgürlük savaşçısı toprağa düşmüştü. Şehirde yas vardı, öfke vardı. Enver de o öfke selinin küçük bir damlası olmak istedi. Çocuk yaşında, büyük bir telaşla, aceleyle… Ve devletin kurşunu, onun başını hedef aldı. Günlerce hastanede direndi; 17 Eylül’de yaşamını yitirdi.
Enver’in hikâyesi yeni değil. Biz bu hikâyeyi 90’lardan beri yaşıyoruz.
90’ların Karanlığı
1990’ların başında köyler yakıldı, insanlar göçe zorlandı. Bizim ailelerimiz gibi Enver’in ailesi de köyünden koparıldı, Hakkari’nin merkezine sığındı. O göç yalnızca evleri değil, çocuklukları da yaktı. Göç yollarında büyüyen çocukların gözlerinde umut değil, askerî barikatların gölgesi vardı.
O yıllar, faili meçhullerin, kayıpların, gözaltında işkencelerin, köy boşaltmalarının karanlığıydı. Çocuklar da o karanlığın kurbanları oldu. Kimileri köy boşaltmalarında açlık ve hastalıkla kayboldu, kimileri mayınlara bastı, kimileri sokakta kurşunla tanıştı.
2000’ler: Faili Meçhul Değil, Faili Belli
2000’lerde çocuk ölümleri biçim değiştirdi. Bu kez köy boşaltmaları yerini şehirlerde zırhlı araçlara, sokaklarda polis kurşunlarına bıraktı.
2004’te Uğur Kaymaz: On iki yaşındaydı, babasıyla birlikte evinin önünde 13 kurşunla öldürüldü. Devlet, onu “terörist” ilan etti; mahkemeler failleri beraat ettirdi.
2009’da Ceylan Önkol: On dört yaşındaydı, Lice’nin dağlarında hayvanlarını otlatırken bir havan mermisiyle paramparça edildi. Onun ölümü “kaza” dendi, dava yıllarca sürüncemede kaldı.
Serzan Yıldırım: On beş yaşında, Batman’da polisin silahından çıkan kurşunla öldürüldü.
Sokaklarda taş atan çocuklar yüzlerce yıl hapis cezalarıyla yargılandı; ama onları vuranlar bir gün bile tutuklanmadı.
Ve şimdi Enver Turan: Bayramın değil, yasın çocuğu. Çocuk bedeninde halkının acısını taşıdığı için hedef alınan.
Cezasızlık Zinciri
Bu ölümlerin ortak noktası: cezasızlık.
Mahkeme salonlarında yıllarca süren davalar, kaybolan dosyalar, yetersiz delil gerekçeleri… Ve sonunda beraat ya da takipsizlik kararları.
Dostoyevski’nin sözleri burada yankılanıyor:
“Bir çocuğun gözyaşının bütün dünyayı haklı çıkarmaya yetmeyeceğini kimse bana anlatamaz.”
“Bir toplumun uygarlık derecesi, çocuklara verdiği değerle ölçülür.”
“İnsanın en büyük suçu, başkasının acısına kayıtsız kalmasıdır.”
Türkiye’de cezasızlık, sadece hukukun yetersizliği değil, bir politik tercihtir. Çocukların ölümü, sistemin kendini sürdürmesinin bir aracına dönüştürülmüştür. Her cezasız dava, yeni bir ölümün önünü açmıştır.
Göçmen Çocukların Kaderi
Enver’in ailesi gibi binlerce aile, 90’larda köylerinden sürüldü. Şehirlerde gecekondu mahallelerine sığındılar. Çocuklar okul ile sokak arasında, yoksulluk ile direniş arasında büyüdü. Onların kaderi, çocukluk hayallerinden çok, politik mücadelenin acısıyla şekillendi.
Enver, bizim gezdiğimiz sokakların çocuğuydu. Ama onun sokakla ilişkisi oyunla değil, öfke ve direnişle kuruldu. Çocuk yaşında, bir halkın belleğine kaydoldu.
Bir Halkın Çocukları
Bu çocukların ölümleri, yalnızca bireysel trajediler değil; bir halkın çocukluğunu hedef alan politik bir saldırıdır. Ceylan’ın parçalanmış bedeni, Uğur’un kurşunlanmış gövdesi, Enver’in hastane odasında sessizce kapanan gözleri… Hepsi bir halkın hafızasında birleşiyor.
Edward Said demişti: “Bir halkın dramı, diğerinin sessizliğinde büyür.” Kürt çocuklarının dramı da dünyanın sessizliğiyle büyüyor. Uluslararası kurumlar, bu ölümleri görmezden geliyor. Türkiye’nin mahkemeleri, failleri aklıyor.
Enver’e İthaf: Sevgili Enver, senin aceleciliğin, bizim ağırdan alan adımlarımıza bir utanç vesikasıdır. Sen çocuk yaşında tarafını seçtin, sokaklarda oldun. Biz yetişkinler hâlâ suskunluğun içinde debeleniyoruz. Senin ölümü, bize haykırıyor: Adalet beklemekle gelmeyecek.
Senin adını anmak, yalnızca bir ağıt değil; bir hesap sorma çağrısıdır. Senin adını anmak, faili belli cinayetlerin üzerine kurulan bu düzeni ifşa etmektir.
Bir gün, bu topraklarda çocukların isimleri sadece mezar taşlarında değil, özgürlüğün ve adaletin tarihine yazılacak.
Bir gün, Hakkari’nin sokaklarında yeniden oyun oynayan çocukların kahkahası yankılanacak.
Ve biz biliyoruz: Çocukların kanı üzerine kurulan hiçbir düzen kalıcı olmayacak.
Enver Turan, sen bu halkın vicdanında yaşıyorsun.
Ceylan’ın, Uğur’un, Serzan’ın yanında, adaletin geleceği günün tanığısın.
Ve biz unutmuyoruz.
Çünkü unutmak, yeniden öldürmektir.