Bazı koltuklar makam olmaktan çıkar, kişisel kalelere dönüşür. Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası’nda 20 yılı aşkındır değişmeyen bir görevli üzerinden, bu “koltuğa hapsolma” hâlini sorguluyoruz. Bu yazı bir suçlama değil; bir yüzleşme çağrısıdır.
Bir insanın bir koltukta uzun yıllar oturması tek başına bir sorun değildir. Ama ne zaman ki o koltuk bir emanet olmaktan çıkar, bir kaleye, bir kimliğe, bir gelir kaynağına dönüşür; işte o zaman hem birey hem kurum kaybetmeye başlar.
Toplumda “makam”, yalnızca yetki değil; aynı zamanda sorumluluk, şeffaflık ve emanet bilinci demektir. Ancak bazı kişiler için bu makamlar zamanla bir hizmet alanı olmaktan çıkar; kişisel dokunulmazlık alanına dönüşür.
İşte burada bahsettiğimiz “an’da hapsolmak” artık kişisel bir iç sıkışma değil, kamusal bir tıkanmanın adıdır.
Bir Örnek: Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası
Bu yazının somutlaştığı yer ise Hakkâri'dir. Ve isim vermekte bir sakınca görmüyorum. Çünkü bu, ifşa değil; bir kamusal yüzleşmedir.
Fikret Keskin, Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası'nda yirmi yılı aşkındır sekreterlik görevini yürütmektedir. Bu süre boyunca şehirde başkanlar değişti, yönetimler yenilendi, esnaf kuşak değiştirdi… Ancak bu görevde değişmeyen bir kişi kaldı. Kurumun hafızası, dili, düzeni ve hatta ritüeli artık onunla özdeşleşti. Bir anlamda kurum, kişiyle örtüştü.
Peki neden?
Hiç mi başka biri bu görevi yapamaz? Hiç mi genç bir isim, bir kadın çalışan, yeni bir bakış açısı oraya dâhil edilemez? Yoksa bu pozisyon zamanla kişisel bir imtiyaz, hatta bir tür “dokunulmazlık alanı” hâline mi geldi?
Hapsolmak: Korumak mı, Engellemek mi?
Uzun yıllar aynı görevde kalmak bazen bir başarı gibi gösterilir. Ama çoğu zaman bu, değişimi engelleme, yeni olanı bastırma, ve alan açmama davranışının örtük bir biçimidir.
Fikret Keskin, bir hafıza taşıyıcısı olabilir. Ancak bu hafıza artık bir geçiş köprüsü değil, bir tıkayıcı duvar hâline gelmişse; orada artık hizmet değil, yer tutma başlamıştır.
Makam bir “emanet”tir. Ve emanet, yeri geldiğinde devredilmesi gereken bir sorumluluktur.
Hakkâri’de Sessizlik Uzun Sürer, Ama Sonsuz Değildir
Hakkâri gibi merkezden uzak, kendi içinde güçlü ama yönetsel olarak içe kapalı şehirlerde bu tip yapılar daha kolay kök salar. Çünkü itiraz eden olmaz. Çünkü herkes herkesi tanır. Çünkü “zaten bir şey değişmez” düşüncesi zihinlere kazınmıştır.
Ama bu durum bir kader değildir. Bugün Hakkâri’de:
- - Genç girişimciler var.
- - Kooperatifler kuruluyor.
- - Kadın emeği görünür hâle geliyor.
- - Dış dünyayla bağ kurmaya çalışan yeni bir kuşak var.
Bu yenilenme sürecinin önüne geçen her yapı, ister istemez şehrin gelişimini engelleyen bir pranga ya dönüşür.
Çağrımız Basit: Alan Açın
Bu yazı bir suçlama değil; bir çağrıdır:
Eğer bir kişi yıllardır aynı makamda oturuyorsa, artık şunu düşünme zamanı gelmiştir:
- “Benden sonra kim gelebilir?”
- “Benden daha iyi yapabilecek biri yetişebilir mi?”
- “Ben bu koltuğu nasıl daha onurlu bir şekilde devredebilirim?”
Alan açmak, büyüklüktür. Alan açmak, hem kişiye hem kuruma saygınlık kazandırır.
Son Söz: Değişimin Önünde Durmayın
Biz bu yazıyı yazarken, belki de o koltukta yine aynı kişi oturuyor. Ama bilinsin ki Hakkâri değişiyor. Toplum değişiyor. Ve değişimin önünde durmak, o koltuğu onurla terk etmek kadar yüce bir davranış değildir.
Hakkâri değişiyor. Ya bu değişime öncülük edilir, ya da bu değişim sizi geçer gider.
Not
Bu yazı, sadece bir başlangıçtır. Hakkâri’de ve benzeri şehirlerde yıllardır aynı koltuklarda oturan, değişime kapalı, kurumu kişiselleştiren yapı ve kişilere dair daha fazla örnek bu dizide yer alacaktır.
Çünkü bu sadece bir isim meselesi değil; bir yönetim kültürü, bir sessizlik düzeni, bir çürüme biçimi meselesidir.
Devamı gelecek.