Günümüzde sivil toplum bütün dünyada yükselen bir değerdir. Buna mukabil Türkiye’de sivil toplum alanının daraldığı, sosyal ve siyasal zemin kaybettiği görülmektedir. Türkiye siyasal kültüründe yer alan en çekici kavramlardan biri kuşkusuz “devlet” kavramıdır. Devlet, Türk siyasal kültüründe sadece övünç duyulacak bir varlık değil, her zaman uğruna feda olunması gereken bir varlık olarak algılanmıştır.

Aynı zamanda siyasal kültürümüz vatandaşın yegane görevi olarak devletini sırtında taşıması gerektiği yönündedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, devlet düşüncesini bu kadar kutsamış bir toplumda “sivil toplum” aramak oldukça güçtür. Sivil toplumun vücut bulması için devletten ayrışabilen bir sivil alanın, referansın ve sivil kimliğin oluşması gerekir. Buda ancak bireysel bilincin yerleşmesiyle mümkün kılınabilir. Geleneksel toplumlarda, devlet bir anlamda her şeydir ve meşrutiyetini geleneksel değerlerden alır. Çünkü geleneksel toplumda devlet egemenlik hakkını ve gücünü kimseyle paylaşmak durumunda değildir.

Kutsal devlet anlayışının en ince noktasına kadar sirayet ettiği bir toplumda bireylerin doğal olarak yüzü topluma değil, devlete dönük olur.
Dolaysıyla Türkiye’de sosyalist, Kemalist, milliyetçi, muhafazakar, İslamcı gibi başat kesimlerin yüzlerinin neden devlete dönük olduğunu anlamak güç değildir. Halbuki devlet vatandaşının lütuf kaynağı değildir; başka bir ifade ile varlık sebebi değil, can ve mal güvenliği ile özgürlüğünden sorumlu bir yapı yada kurumdur.

Gelişmiş, müreffeh ülkelerde sivil toplum, devlete bağımlı olmayan sosyal sınıfların ve grupların öncülüğünde gelişmiştir. Sivil toplumun güçlü olmadığı veya güdük kaldığı ülkelerde yasal düzenlemeler özgürlükleri sağlamak için yeterli değildir.

Ülkemiz açısında bakıldığında Cumhuriyet dönemi “kutsal devlet” ve “sivil toplum” alanı mücadelesine sahne olmuştur. Ülkenin çok partili sisteme geçiş yapması ile birlikte toplumun “sivilleşme” arayışlarına sahne olmuş, devlet ve sivil toplum arasında keskin bir mücadele vuku bulmuştur. Bu açıdan bakıldığında 1950’li yıllarda Demokrat parti 2000’li yıllarda AK Partiye verilen destek, devlete karşı sivil toplumun hayat bulma mücadelesi olarak görmek lazım.

Sivil toplumun bir parçası olarak yükselen AK Parti bugün sivil toplumla barışık olmayan bir alanda siyasetini sürdürme peşinde. Gelinen aşamada maalesef AK Parti kadroları da devlete kutsallık atfeden bir kompozisyona sahip. Devletin kutsanması aynı zamanda devleti yönetenlerinde kutsanmasına varmış durumda.

Bugüne kadar yaşanan tecrübeler ışığında iktidarı ele geçirenler devleti yüceltme, onun gücü, kudreti ve kabiliyetini konusunda sürekli algı oluşturma peşinde koşmaktadırlar. Büyük Marmara depreminden Kahramanmaraş merkezli yaşanan deprem ve sonrasında yaşananların bize hatırlattıkları çok farklı değil. Kamu hizmeti teşekkül etmek üzere ortaya çıkan devlet yine başarısız oldu.

Devletin başarısızlığı yanında, “sivil toplum” başarılı bir sınav verdi. Devletin ilk andan itibaren yapması gereken hizmetler ve kaynak bulma kabiliyeti bakımından sivil toplum devletin önüne çekti. Hatta sivil toplum o kadar görünür oldu ki devlete duyulan güven tartışılır hale geldi. Yaşanan süreçte devlet yerine toplum kendi imkan ve kabiliyetleriyle bu krizden çıkmaya çalışır hale geldi. Böylece sivil toplumun gösterdiği dayanışma ve iyimserlik ruhu devlet karşısında kendine olan özgüveni artırırken, devlet mekanizmasında yaşanan zaaf ve aksaklıklar devlete karşı olan güvenin zedelenmesine yol açtı.

Devleti her şeyin merkezine koyan kutsal devlet anlayışına sahip iktidar mensupları ve sosyal medya trolleri sivil toplum örgütlerini hedef almaktan geri durmadılar. İktidar ortağı partinin genel başkanının bir sivil toplum örgütüne esip gürlemesi devletin kutsanması ve eleştiriye tahammül göstermemesi olarak okumak gerek.

Sonuç itibariyle, 1999 Marmara depremi sırasında devlet bürokrasisinin sivil topluma gösterdiği reaksiyon, ile Kahramanmaraş merkezli yaşanan deprem sırasında devletin sivil topluma gösterdiği reaksiyon arasında çok fark yok, hakim devlet anlayışı aynı kapıya çıkmaktadır. Kutsal devlet anlayışı, devleti zaaf içinde görmek istemez.

Kahramanmaraş merkezli deprem, bir kez daha kutsal devlet simgelerin büyüsüne kapılmak yerine, sivil toplumun güçlendirilmesi gerektiğini herkese hatırlatmış oldu!