Biz öyle raflarda süslenenlere ağlamazdık. Çünkü görmezdik, yoktular. Yokluk vardı. Varlık yoktu. Biz son nesiliz. Bir daha da gelmeyiz.
Arabamız çamurdan, evlerimiz kamıştan, bineklerimiz yoktu, olanlarda nallıydı; yani merhametliydik.
Oyuncaklarımızın ham maddesi mavi - kırmızı topraktı. Çamurundan askeri cipler yapardık.
Uçurumların dev ağaçlarına sarktığımız çürümsü halatların iki ucuna kalın, uzun ve yamuk odun bağlar tüm çocuklar bir olup birden binerdik. Çünkü bencilliği sevmezdik. Babamızdan, annemizden görmüştük avuç açmayı...
Yalnızlığı hiç sevmezdik. Yalnız kalmazdık. Dolayısıyla bulsaydık yırtılmış GİRAY Markalı uzun bir naylon bayan çorabın içini doldurur top yapardık. Yağmur, çamur, kar demezdik birlikte koştururduk.
PUBG oyunlarında odaya saklanmış sanal âlemin kahramanı, sokakların êsxîrı, belengazı olmazdık. Biz köy meydanın da çelik çomak, yaylalarında sek sek, dağlarında saklambaç, tepelerinde ebe, mendil kapmaca, tarlalarında gecenin ay ışığında gördüğümüz her beyaz renge top diye tekme atan cephelerin aranan çocuklarıydık.
Ufaktan yıpranan lastik ayakkabımızı üç tip iple diker, ayak parmaklarımız çıkana dek, topuklarımız yerlerde nasır tutana kadar giyerdik. Yine de çöpe atmazdık. Kaldırır kışın sobanın önüne yakacak diye saklardık. Biz de eşya kıymetliydi; çünkü yok da yoktu, yokluk vardı.
Dizlerimiz, dirseklerimiz hiç yamasız kalmazdı; bu günün zengin modası gibiydik. Bizim yokluğumuz, bu günün modası olacağını bilmezdik.
Karnımız açtı. Ama gözlerimiz, kulaklarımız toktu. Bu gün gibi mide dolu, gözler fersah, kulaklar aç değildi…
30-40-50-60 yaşlarında hatta ölümlerine kadar anne-babamızdan fırça yerdik. Karşılarında sesimiz kısıktı. Sus cahilsin, ne bilirsin moruk demez, huzursuz evlere atmazdık, yalnızlığa terk edip gözyaşlarını seyretmezdik.
Babayı bir çikolatasına dükkâna göndermezdik. Eker, biçer, hazırlar, beraber yerdik.
Diyoruz ya! Son nesiliz. Tadını çıkarın. Dinleyin, kulak verin hikâyelerine...
Taştan bir arabamız vardı. Abdülaziz şoför, Abdüsselam ve Osman muavin bizler bir adım geride gelen nesil de yolculardık. Yağsız peynire gelen Hurşid’in pikabından daha çok çıkardığımız koro halinde ki vııııın tütüt sesimizle tüm zomları inletirdik. Ama arabamız zelzele dışında zerre kıpırdamazdı. Yine de neşe doluyduk, dünyayı turlardık.
Axaban da bayram, zibare de sevinç vardı. Hayrı beklemez, darda kalana koşar, ben gittim o gelmedi yardımıma; fikrinin hayalinden bile ırak(uzak)tık..
Yani! Karşılıksız ve katıksız sevdik biz bu AŞKI…
Selam ve dua ile…