Bir şehrin kimliği, yalnızca dağlarında değil, fikir ve yorumlarında saklıdır. Hakkâri’de yazmak, sadece kelime üretmek değil; düşünceyi yaşatmaktır. Okuyan, düşünen ve katkı sunan bir toplum için her yorum, bir umut ışığıdır.
İnsan aklının en temel reflekslerinden biri “neden” diye sormaktır. Her kentin bir kimliği, her beldenin bir hikayesi vardır.
İlimiz yerel haber sitelerinden birisinde köşe yazarlığı yapan bir dostum, yazdıklarımıza hiç yorum yapılmıyor şeklinde bir sitemini dile getirmişti. Bu, haklı bir sitemdi. Çünkü bir kentin haber sitesinde yer alan haber ve köşe yazılarına yapılan yorumlar, o kentin eğitim ve kültür seviyesini gösterir. Katkı sunma, eleştirme ya da farklı bir bakış sunmak, yorum yoluyla olacaktır kuşkusuz!
Hakkari sadece dağların değil; fikir ve düşünce üretebilen insanların da şehri olmalı. Bu şehirde yaşamak, sadece bir yerde meskûn olmak değildir. Bu şehirde yaşamak umutla hayata tutunmaktır. Bir kentin hafızasının ölçüsünü, o kentin görsel ve yazılı basınında yer alan haber ve makalelere yapılan yorumlar belirler. Hülasa, yazılarımızı takip edenlerin üzerine bir görev düştüğünün ya farkında değiller ya da umursamıyorlar.
Farklı bakış, olanın ötesine taşma iştiyakı hep olmalıdır.
Bu bağlamda, bir yazarın seyyahlığı bir dilin gözleri kadar ruhunun da seyyahlığıdır.
Kentimizin yazı diline bu denli mesafeli olmasının sebebi, belki de yazılı kültürümüz yerine sözlü kültürümüzün güçlü olmasından kaynaklıdır. Ancak şu bir gerçek ki bu kentte eğitime, sanata ve kültüre değer verilmiyor! Varlığı çıkar, menfaat ve rant üzerine kurulu bir toplumda düşünce ve fikirlerin önemi atıl kalıyor! İzleyebildiğim ve gözleyebildiğim kadarıyla iyi bir okuyucu kitlemiz var. Ancak ne yazarsak yazalım ya çok sınırlı sayıda ya da hiç yorum almıyor yazılarımız.
Kâğıdın, kalemde gönlü yoksa ne yazsan boş...
Zaman zaman tuhaf şeylerle de karşılaşmıyor değiliz! Örneğin bir okulda hem rehber öğretmen hem de müdür yardımcılığı görevini yürüten bir öğretmen arkadaşıma, Türkiye'nin eğitim durumunu analiz eden ulusal basında yer alan bir makaleyi WhatsApp’tan atmıştım; arkadaş “Abi kaleminize sağlık, çok güzel bir makale olmuş.” şeklinde mesajla cevap vermişti.
Oysa yazı bana değil, saygın bir profesöre aitti. Bu yaklaşım, ülke olarak eğitim seviyemizin lise ikiyi terk düzeyinde olduğunun göstergesidir.
Eğitim camiasında uzun yıllar çalışmış, sendika ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarında aktif görev almış bir arkadaşımla bir gün çarşıda turlarken bir cafenin önünden geçtik; yerli bir oligark açık camın kenarında oturuyordu. Eğitimci arkadaşım, adamın ismini zikrederek “Abi, abi!” diye seslendiyse de adam oralı olmadı. Yürüyüşümüzü sürdürürken dönüşte aynı durum yaşandı; adam yine oralı olmadı. Buna rağmen arkadaşım, “Bütün Doğu-Güneydoğu bu adama bakıyor; üç kitap okusan, on satır yazı yazsan ne olur?” dedi.
Bir eğitimcinin hayata bakışı maalesef buydu. O an bir tepki vermedim ama sonra pişman oldum. Kendi kendime söylendim: Bu adamın yaşadıkları biraz konjonktürel bir durum; yarın devran döner, elindeki imkânları yitirirse sudan çıkmış balık misali ortada kalır.
Bu tür bir yaşam, kökü olmayan bir bitki gibi eksik ve yetersizdir.
Lakin kişi yalnızca “sahip olduğu” maddi şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir.
Bu duruma dûçar olmamak için yaşamı doğru denklem üzerine kurmak lazım.
Beri taraftan okuyan-yazan, bilgili, donanımlı kişi öyle mi? Bilgisi, donanımı, kültürel ve politik seviyesi, perspektifi onu her zaman değerli kılar. Bu farkı göremeyecek kadar sığ bakışlı eğitimcilerimizin olduğu bir kentte yazılanlara yorum gelmemesi doğal değil mi?
Buna mütekabil farklı birçok hikâyeye tanık oluyorum. Bu hikâyelerin bazıları bana iyi geliyor; ilkokul mezunu bir esnafın, “Yazılarınızı takip ediyorum ve çok beğeniyorum.” demesi gibi.
Bir yaşantıyı veya bir anıyı düşüncelere ve sözcüklere dökmeye başladığımızda hayatla bağ kurarız.
Önümüze bakabilmek için neyi ardımızda bıraktığımızı bilmemiz gerekir.
“Mülkiyet; Biliyorum ki ben, Ruhumdan akıp gelmek isteyen düşünceler dışında Hiçbir şeye sahip değilim.
Biliyorum ki ben,
Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım anlar dışında, Hiçbir şeye sahip değilim.”(Goethe)
Zamanımı sevdiğim bir şeyi yaparak değerlendirmek, mutsuzluğu dağıtarak umudu taşımak benim için güzel bir duyguya dönüşüyor.
Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım. “Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer.”
(Jack London – Martin Eden)
Sürüp giden yolculukta; Bazen bir hikâyede bulur insan kendini, bazen bir şiirde...
Ve hayata ne verirsen karşılığında onu alırsın.
