Onun hayatı; göçle yoğrulmuş bir halkın belleğini, direncini ve kimlik mücadelesini içinde taşıyan uzun ve ağır bir yürüyüşün simgesidir. Kafkas Kürtlerinin tarihsel serüveni ile Sehîdê Îbo’nun kişisel yaşamı, birbirinden ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir.
Bugün Kafkas Kürtleri dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Ancak Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’daki eski köylerin taş evlerinde hâlâ fısıltıyla anlatılan bir gerçek var: Bu halk, ne kadar sürgün edilirse edilsin, kimliğinden vazgeçmedi. Her göç, kolektif hafızalarına yeni bir acı ve yeni bir direnç katmanı ekledi. Kafkas Kürtlerinin hikâyesi, yalnızca yer değiştirmelerin değil; var olma, tutunma ve kendini koruma mücadelesinin hikâyesidir.
Bu uzun hikâye, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Osmanlı-Rus savaşlarının yıkıma uğrattığı topraklardan koparılan Êzidî Kürtlerin Kafkasya’ya yönelmesiyle derinleşti. Erdexan, Qers, Wan ve Bazîd’ten yola çıkan kafileler, kışın ayazında, yazın kavurucu sıcağında bilinmezliğe doğru yürüdü. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’a yerleşen bu toplulukları yeni bir yurt değil, zorlu bir hayat bekliyordu.
Sovyetler Birliği döneminde Kafkas Kürtleri tarım alanlarında, dağ köylerinde ve küçük kasabalarda yaşamlarını sürdürdü. Gündüz toprağı ektikleri, hayvan güttükleri bu coğrafyada, geceleri evlerin içinden yükselen dengbêj sesleri onları yeniden Kürdistan’a götürüyordu. Anadilleri, masalları ve stranları, göçün açtığı yarayı bir nebze olsun iyileştiriyordu. Özellikle Ermenistan’da güçlü bir Êzidî Kürt topluluğu oluştu; köyler kuruldu, bayramlar yaşatıldı, gelenekler kuşaktan kuşağa aktarıldı.

Ancak tarih bir kez daha kapıyı sertçe çaldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte yükselen milliyetçilik, etnik gerilimler ve ekonomik çöküş, Kafkas Kürtlerini yeniden göç yollarına düşürdü. 1990’lı yıllarda binlerce aile Rusya’ya, Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya savruldu.
İşte bu fırtınalı tarih, yalnızca bir halkı değil, bu coğrafyada yetişmiş ve bu acıları yaşamış aydınları da şekillendirdi. Göçün, yoksulluğun ve sürgünün içinden doğan bu kuşak, halkının hafızasını edebiyat, bilim ve kültür aracılığıyla geleceğe taşımaya çalıştı. Prof. Dr. Sehîdê Îbo, bu kuşağın en güçlü ve en simgesel temsilcilerinden biri oldu.
Asıl adı Sehîdê Rizgo Îboyan olan Îbo, 8 Mayıs 1924’te bugün Cirarat olarak bilinen Qarxûna Jorîn köyünde dünyaya geldi. Yoksul bir ailede büyüdü. İlk öğrenimini köyünde Kürtçe, ardından Ermenice sürdürdü. Küçük yaşlardan itibaren dengbêjlerin, halk hikâyelerinin ve sözlü anlatıların büyülü dünyasıyla tanıştı. Eçmiadzin bölgesinde uzun kış gecelerinde ateş başında anlatılan hikâyeler, onun folklorla kuracağı güçlü bağın temelini attı.
Henüz dokuz yaşındayken babasını kaybeden Îbo, erken yaşta hayatın yüküyle tanıştı. Ailenin tüm sorumluluğu annesi Hîca Evdo’nun omuzlarına kaldı. Yıllar sonra babasından geriye kalan tek mirası şu sözlerle anlatacaktı:
“Babam bize mal mülk bırakmadı, ama vatanın, annenin ve helal ekmeğin kıymetini bilmemi vasiyet etti.”
Babasının ölümünden sonra çobanlığa başlayan Sehîdê Îbo, en ağır doğa koşullarında bile okumaktan vazgeçmedi. Çantasında ekmekle birlikte kitap, defter ve kalem taşıdı. Bu okuma tutkusu, onun kaderini belirledi. Köylerinde yayılan tifüs salgını sırasında yaşanan ölümler, onu derinden sarstı ve doktor olmaya karar vermesine yol açtı.
Tıp eğitiminin ardından çocuk doktoru olarak çalışmaya başlayan Îbo, kısa sürede çevresinde saygı gören bir hekim oldu. 1959 yılında Moskova’ya giderek Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nde doktora eğitimine başladı. Akademik kariyerini Erivan’da sürdürdü; asistanlıktan profesörlüğe kadar yükseldi ve uluslararası bilimsel çevrelerde tanındı.
Ancak Sehîdê Îbo yalnızca bir bilim insanı değildi. Aynı zamanda güçlü bir edebiyatçıydı. 1940’lı yıllardan itibaren şiirler yazdı; eserlerinde Kürt kimliğini, göçü, yoksulluğu ve direnci işledi. Şiirleri birçok sanatçı tarafından bestelenerek halk arasında yaygınlaştı. Aram Tigran’ın seslendirdiği “Xwezî Dîsa Zar Bûma” ve “Qîza Kurda” kuşaklar boyunca dilden dile aktarıldı. Êzidî Kürtlerin inanç dünyasını ve toplumsal yaşamını ele alan “Kurdê Rêwî” adlı romanı ise edebi mirasının en önemli eserlerinden biri oldu.
1991 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin çözülme süreci, Ermenistan’da da derin bir krize yol açtı. Etnik gerilimlerin arttığı bu dönemde halklar arası kardeşliği savunan Sehîdê Îbo hedef hâline geldi. 17 Aralık 1991’de, Erivan Tıp Enstitüsü’ndeki odasında uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Cenazesinde dile getirilen sözler, onun toplumdaki yerini özetliyordu: “Sehîdê Îbo gibi değerli bir insanın öldürülmesi büyük bir utançtır.”
Sehîdê Îbo, yaşamı boyunca Kürt kimliğini bir onur ve sorumluluk olarak taşıdı. Anadiline büyük bir hassasiyet gösterdi, çocukların Kürtçe konuşmasını özellikle teşvik etti. Hem bilimsel hem edebi üretimiyle halkına ışık tuttu. Onun mirası, yalnızca kitaplarda değil; Kürt halkının belleğinde, direncinde ve geleceğe dair umudunda yaşamaya devam ediyor.





