Halaydan Siyasete… Halaydan Siyasete…

Batı medeniyetinde şiddet temel bir fonksiyona sahiptir. Şiddeti, sadece fiili terör olayı olarak idrak etmek temelsizdir. Şiddetin fiili olmayan yeryüzünde birçok envai çeşidi bulunmaktadır. Terör ve şiddeti aleni bir saldırı olarak terennüm etmek doğru bir teşhis olmayacaktır. Mesela doğa ve çevreyi tehlikeli biçimde tahrip edip insan, hayvan ve bitkinin yaşanmaz hale getirmek tabiata dönük bir şiddet eylemidir. Bunun yanı sıra Batının Ortadoğu, Afrika ve İslam coğrafyasındaki yeraltı ve yer üstü zenginliklerini talan etmekte bir terör ve şiddet faaliyetidir.
Batı, değerlerini ve söylemlerini devlet zoru yada savaş yolu ile Müslüman halka, empoze etmek çabası da İslam dünyasına dönük bir şiddet olarak telakki etmek yanlış olmaz. İslami uyanış, özgürlük ve birlik için yürütülen İslami hareketleri baskı ve terör ile bastırmaya çalışmak, düşünce ve kültürü yozlaştırmak, inanç sistemini bozmak için yürütülen her türlü propaganda faaliyeti de bir şiddet biçimidir.

Müslümanlar tevhid esaslı mesaj karşısında, teröre, sindirmeye, çarpıtmaya, çatışmaya, yalanlamaya, işkence ve sürgüne başvurmama durumundadırlar. Şiddet ve teröre meyil edenler kendilerine dini referans olarak göstermelerinin hiçbir haklı gerekçesi ve dini altyapısı yoktur. Çünkü bütün semavi dinler şiddeti, anarşiyi, terörü ve vandalizmi meşru görmez. Müslüman meşru olmayan yöntemleri ret etmek zorundadır. İslam inancına göre en büyük savaşım şirke karşı verilen savaşımdır. Tüm peygamberler davalarını tebliğ ederken verdikleri temel mücadelenin amacı şirke karşı tevhid inancını savunmak olmuştur. İslam dini, tüm konularda iyiliği esas, kötülüğü istisna saymıştır. Dolayısıyla şunu söylemek yanlış olmayacaktır. İslam dini barışı esas savaşı (şiddeti) istisna olarak kabul eder. İstisna durumu ise nefsi müdafaa-devlet açısından İslam devleti egemenliğini ortadan kaldırmaya-fitne ve bozgunculuk yapmaya dönüp bir fiiliyat yoksa İslam dini şiddete cevaz vermez. Bu pak dini terör ve terörizm ile ilişkilendirmek ahlaksızlıktır. İslami terör tabirini kullanmak haksızlıktır. Mensuplarının ve müntesiplerinin yaptığı şiddet eylemleri dine mal edilemez. Hıristiyan, Yahudi ya da Budizm dinine mensup bir insanın yaptığı bir şiddet ya da terör olayı nasıl dinlerine mal edilmiyor ise, bir Müslüman’ın isteyerek ya da istemeyerek yaptığı bir şiddet ve terör eylemi de İslam’a mal edilemez.
Şunu da belirtmek lazım, bugün İslam coğrafyasında birçok terör örgütü türemiş ise çıkış sebeplerine bakıp hangi şer odaklarına hizmet ettiklerini doğru tespit edersek bizi doğru sonuca götürür. Bu terör örgütlerinin İslam dini ile alakaları yoktur. İslam dini muazzam bir sistem olarak şiddet ve savaş için dahi kuralları belirlemiş ve bu kural ve kaideler Kur'an-ı Kerim'de ayetler ile sabit kılmıştır.

“Kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın”.“Sizinle savaşanlara karşı sizde Allah yolunda savaşın. Aşırı gitmeyin.”(Bakara,194- 190)
“Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide 8)

Görüldüğü üzere İslam’da temel kaide düşmanın izlediği metoda göre bir tepki gösterilir. Tepki gösterme merhalesinde zaman, mekan, insan, coğrafya, çevre ve ortam etkin belirleyici faktördür. Burada şunu söylemek mümkündür: Düşmanın durumu ve izlediği politika, ona karşı izlenecek yol ve yöntemi müşahede etmede yol göstericidir. İslami inanç sisteminde öncelik sulh ve barıştır. Şiddet ikinci planda kalmakta lakin çıkar yol bulunmaz ise devreye girecek bir yöntemdir. Ancak zorunlu hallerde istisna olarak tutulmaktadır. Bütün kapılar kapandığında, zulüm katmerleşerek arttığında, baskılar karşısında nefesler tükenmek üzere olduğunda, güç kullanmak gündeme gelir. Güç kullanma aşamasında bile kurallar mevcuttur. Güçler dengesi yerel, bölgesel ve uluslararası mücadele koşulları doğru şekilde kavramak ve adil davranmak temel kural olarak belirlenmiştir. Her şart altında sert yöntemlere başvurulmalıdır, görüşü haklılık kazanmaz. Çünkü geçerli olan güçler dengesidir. Bütün yollar ve imkanlar ortadan kalkınca, şiddet bir yöntem olarak öngörülebilir. Ancak batı zaviyesinden bakıldığında sayı ve mühimmat komplike bir taktik olarak esastır.
Batının maddi güç, bilim, teknoloji, silah, sanayi üretim, iletişim, propaganda ve planlama alanında ulaştığı yüksek düzey hegemonyası karşısında, İslam ümmetinin boğuştuğu iç bölünme ve sorunlarını henüz aşamamıştır. İslam ümmeti inanç sistemini kavrama ve uygulama noktasında genel bir çöküş içindedir. Ahlak yapısı kokuşmuştur. Her türlü hayasızlık kol gezmektedir. İslam ülkelerinin çoğunluğu zulüm, bozgunculuk, işgal, baskı ve zorbalık altında inliyorsa, ölümcül tehlikelerle burun buruna ise hakları ayaklar altına alınıyorsa, çıkarları göz ardı ediliyorsa, zenginlikleri talan ediliyorsa, toprakları gasp ediliyorsa, göz önünde bulundurulacak hedef ümmetin yeniden doğması, çekirdekten bir kez daha yetişmesi değildir. Aksine amaç yeni bir pozisyon belirlemek, efor sarf edip konjonktürel süreç içinde temkinli davranarak mevcut olan ümmeti yeniden diriltmek, uyandırmak dinin değişkenlerini-metotlarını nitelikli olarak yenilemek olmalıdır. Aydınlarımız batının verimsiz ve çözümsüz deneyimlerinden İslam’ın engin birikimine yönelseler çok daha olumlu sonuçlar elde edilecektir. Çünkü İslam dünya ve ahiret için değişim ve saadet dinamiklerini barındırır.