Cahit Kırkazak*

Fransız ihtilali ile birlikte ulusların kendi kaderini tayin hakkı tartışılmaya başlandı. Kralın monarşik düzenine karşı halkın başlattığı bu başarılı devrim sonucu milliyetçilik (ulus devlet) kavramı ön plana çıktı. İlk zamanlarda Fransa sınırlarını aşmayan bu kavram daha sonra tüm Avrupa’ya yayıldı ve başta Osmanlı olmak üzere dönemin çok uluslu yapıları olan imparatorluklar derinden etkilendi. Halkın birleşerek, egemenlik hakkını tanrıdan aldığını iddia eden kralın yönetimine son verdiği çok uluslu yapılarda ihtilal ile tam bağımsızlık düşünceleri yerleşti.

1870’ten sonra milliyetçilik akımlarına ve ulusların bağımsızlık taleplerine karşı Genç Osmanlılar; İslamcılık ve Osmanlıcılık fikirleriyle imparatorluğu bir arada tutmaya çalıştılar. Ancak zamanla Genç Osmanlılar içinde Turancılık fikri ön plana çıkınca Osmanlıcılık fikri Türkçülük fikrine dönüştü. Nitekim eşitlik, özgürlük ve adalet sloganları ile kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1. Kongresinden sonra iki fikir ön plana çıkmıştır. Birincisi Prens Sebahattin öncülüğünde Adem-i merkeziyetçilik ikincisi de Ahmet Rıza öncülüğünde merkeziyetçilik ve Türkçülük fikri. Ancak İkinci Meşrutiyetten sonra Türkçülük fikri İttihat ve Terakki cemiyetinde belirleyici olmuş ve katı merkeziyetçilikle Osmanlının yıkılmasında son noktayı koymuştur.

Osmanlı devleti yıkılmasına rağmen yeni devletin kurulacağı Anadolu çok kimlikli, çok inançlı, çok dilli ve çok kültürlü bir coğrafyaydı. Üstelik 20. yy başında ulusların kendi kaderi tayin hakkı ve Wilson prensipleri de revaçtaydı. Tam da bu nedenle Mustafa Kemal yeni devleti kurmak için Anadolu coğrafyasındaki bütün halklar ve inançlarla temas kurmuş ve birçok sefer açık ve gizli görüşmelerde halkların kendi kendini yönetmeleri için Muhtariyet (Özerklik) idari biçiminden söz etmiş, vaatlerde bulunmuştur. Ancak Mustafa Kemal de özellikle Lozan Antlaşmasından sonra rotayı Türkçülüğe çevirmiş ve 1924 Anayasası ile birlikte Cumhuriyeti Türk kimliği üzerine inşa etmiştir.

Sürü psikolojisi Reşit Demir / Yazdı Sürü psikolojisi Reşit Demir / Yazdı

Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne de başta Kürtler olmak üzere bu coğrafyadaki kimlikler, inançlar, diller, kültürler kendini ifade edememe, kendi haklarındaki kararlara katılamama, statüsünü belirleyememe gibi eşitsizliklere maruz kalmışlardır. Eşitsizlik beraberinde adaletsizliği, adaletsizlik de beraberinde barış sorununu getirmiştir.

Cumhuriyet bugüne kadar katı merkeziyetçilikle yönetilmiştir. Kurulan yerel yönetimler hiçbir zaman özerk yönetimler olmamıştır. Yerel yönetimler merkezi vesayet altında sadece bürokratik işlemlerde bulunmuşlardır. Yerel halk hiçbir koşulda yönetime dahil olamamış, yerel yönetimler de bürokratik faaliyetlerde halkın dilini, kimliğini, kültürünü, inancını hiç dikkate almamıştır. Kısmi idari özerklikler olmuşsa da (yöneticileri belirleme yöntemi gibi) umumi müfettişler, askeri darbeler, Olağanüstü Hal Bölge valileri ve nihayetinde Erdoğan’ın kayyum rejimi ile artık yerel yöneticiler de seçimle değil devlet memurunun atanması ile katı vesayetçi yönetim rejimi biçimini almıştır.

Ülkenin yüzyıllık siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarının çözüm anahtarı toplumsal barışı sağlamakta geçmektedir. Toplumsal barış da çok kimlikli, çok inançlı, çok dilli ve çok kültürlü cumhuriyette herkesin özellikle kendisi ile ilgili ve ortak yaşam/vatan ile ilgili söz söyleme hakkını elde etmek ve ortak yaşama/vatana katkıda bulunma sorumluluğuyla olur. Bu da halkın bireysel ve kollektif haklarının korunması ve geliştirilmesi için yönetim mekanizmalarına ve kararlaşma süreçlerine katılmasının yollarını açmakla olur. Halkın bireysel ve kollektif haklarıyla ilgili olarak karar mekanizmalarına katılmasının yollarının açılması toplumu zayıflatmaz, aksine toplumsal barışı sağlayarak demokrasiyi güçlendirir.

Halkın bireysel ve kollektif haklarıyla ilgili kararlaşma mekanizmalarında rol almasına; Mustafa Kemal ‘muhtariyet’ der, Kürt siyaseti ‘özerklik’ der, Avrupa Birliği de ‘özerklik şartı’ der, Lenin ‘halkın kendi kaderini tayin hakkı’ der. İslam medeniyeti bunu ‘Medine sözleşmesiyle’ pratikleştirmiştir. Öcalan da ülke barışı ile beraber bölgesel barışa da çözüm önerilerini ‘Demokratik Konfederalizm’ ile formüle etmiştir.

Cumhuriyetin 101. yılında yerel yönetimler arifesindeyiz. Siyasi partiler hummalı ve telaşlı bir uğraş içinde. Hangi belediyeyi hangi parti/ittifak alacak, hangi parti hangi parti ile hangi illerde ittifak/iş birliği yapacak? Belediye başkanlıklarını almak için hangi isim aday gösterilecek vs.

Belediye başkanlıklarının hangi adaylarla kazanılacağından ziyade bu ülkede 125 yıldır toplumsal barışı tehdit eden ‘merkeziyetçilik ve Türkçülük’ fikrine karşı toplumsal barışı sağlayacak ve ülkedeki çoğulculuğun aidiyetlik duygusunu güçlendirecek tutumlara ve değişimlere ihtiyaç vardır. Milliyetçilik ve din karışımı yeni bir sosla beslenen iktidar, halkı kutuplaştırmaya, yoksulluğa, açlığa, bölüştürme pahasına iktidardan vazgeçmiyor, demokrasiyi yerelleştirmiyor, halkı karar alma mekanizmalarına katmıyor.

Bunun karşısında Türkiye toplumu ve siyasi partiler ne yapmalı? Bu bağlamda siyasi partilerin yerel yönetimlerin merkezi vesayetten kurtulması için topluma bir sözleri veya vaatleri var mı?

Örneğin; Anadolu’da Mezopotamya’da yaşayan halkların inançlarını özgür yaşamaları için, ana dilleriyle kamusal hizmet almak ve anadilleriyle eğitim almaları için yerel yönetimlerin (belediyelerin) rolleri neler olmalı? Anadilleriyle kültürler ve sanatsal faaliyetlerini yapabilecekler mi? Yerel yönetimlerde halklar yaşadıkları coğrafyanın isimlerini kullanabilecekler mi? Bu haklar anayasal güvenceye alınacak mı? Kadınların yerel yönetimlerde özne olmasına ve eş başkanlık iradesine dair tutumları ve girişimleri neler olacak? Ya da Kürt halkının iradesine kayyum atanması durumunda nasıl bir tutum alacaklar? Yine merkezi ve tekçi devlet aklının inkar ve yok sayma uygulamalarına sessiz mi kalacaklar?

Daha da somutlaştıralım; İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Mersin ve diğer bütün belediyeler çalışmalarında ve kurumlarında Kürtçe hizmet verecekler mi? Newroz Bayramı etkinlikleri için gerekli bütçeyi ayıracaklar mı? Toplu taşıma araçları ücretsiz olacak mı? Farklı inanışlara mensup halkların ibadetlerinin önündeki engelleri kaldıracaklar mı? Halklara ve kültürlere ait coğrafyaların ve mekanların Türkçeleştirilen isimleri iade edilecek mi? Farklı dillerde yapılacak konserlere, tiyatrolara mekanlar sağlanacak mı ya da bunlara bütçe ayrılacak mı? Türkiye halkının cevabını aradığı sorular bunlardır.

20. yy başından bugüne Kürtler ortak yaşam/vatan için üstüne düşen bütün rollerini oynamışlardır. Ortak yaşam/vatan; her paydaşın kendi değerlerini, kimliklerini, dillerini, kültürlerini, sanatlarını yaşadığı ve geliştirdiği ve kendisi hakkındaki kararlaşmalarda söz sahibi olduğu bir yönetim biçimi ile mümkündür. Kürtler ortak yaşam için; siyasi, toplumsal ve ekonomik bedeller ödemelerine rağmen ortak yaşam kararlılığından vazgeçmediler. Bu amaçla Kürtler II. Abdulhamit’ten bu yana ortak yaşama dair verilen bütün sözlere kıymet verdiler, destek verdiler. Hatta bazen tek taraflı olarak ortak yaşamın inşası için inisiyatif aldılar.

Bunun en son örneği de 2019 yerel seçimleridir. 2019 yerel seçimlerinde HDP Türkiye’de otoriter hegemonya kuran AKP/MHP blokuna karşı tek taraflı olarak muhalif adayları destekledi. Buradaki amaç iktidar blokunun otoriter hegemonyasını kırmaktı. Türkiye halkları ortak hareket ederse, Türkiye muhalefeti Türkiye’nin farklılıklarını gören bir yerden ortaklaşırsa ve sandığı, demokrasiyi hareket noktası olarak esas alırsa ülke otoriter yönetime mecbur değildir. HDP’nin bu tutumu sonuç aldı ve AKP/MHP iktidarının elindeki önemli belediyeler muhalefetin eline geçti.

Ancak muhalefet seçim sonuçlarında HDP/Kürtlerin etkisini görmezden geldi. Bu sonuçlarla ortak yaşamın inşası ve yaratılan kutuplaştırmanın diyaloğa ve iletişime evirilmesi için çaba göstermedi. HDP’nin 48 belediyesine kayyum atanmasına gerekli tepkiyi vermedi. Belki de muhalefet de AKP/MHP zihniyeti gibi tekçi otoriter bir zihniyete sahip? O da ayrı bir soru tabii. Ancak görüldü ki belediyelerde değişen sadece parti isimleri oldu, zihniyetlerde bir değişiklik olmadı.

Ana muhalefet partisinin 2019 yerel seçimlerinden sonra ortak yaşam için gerekli tutumu almamasının çeşitli sebepleri vardı. Gerek muhalefetin içindeki Truva atı, gerek muhalefetin iktidarın çizdiği siyaset sınırlarını aşamaması ve gerekse de muhalefet partilerinde de kendini hissettiren tekçi zihniyet ortak yaşamın inşasına katkı sunmadı.

Muhalefettin HDP’yi ve Kürtleri görmezden gelmesi, HDP’nin 27 Eylül 2021’deki tutum belgesine gerekli cevabı vermemesi ve 2023 genel seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP ile ortaklaşmaması Türkiye’ye kaybettirdi, AKP/MHP’ye kazandırdı.

Yaşanan bunca deneyimden sonra kimse Kürtlerden kayıtsız şartsız destek beklemesin. Kimse Kürtlere kriminal muamele yapmasın. Ülkenin demokratikleşmesi mümkün ama Kürtlersiz mümkün olmadığı 125 yıldır görüldü. Kürtler de ülkenin demokratikleşmesi ve tekçi otoriter zihniyetin değişmesinin Türkiye muhalefetiyle ve demokrasi güçleriyle ittifak/işbirliği yapmakla mümkün olduğunu görüyor. Ancak bu işbirliğinin; eşitlikçi, demokratik, şeffaf ve samimi olması gerekir. Kürtlerin her koşulda muhalefetin işbirliğine amade olmadığını iktidarı da, muhalefeti de bilmeli. Çünkü artık Kürtler kendilerini ittifaka mecbur hissetmiyorlar. GazeteDUVAR

*HDP Eş Genel Başkanı