Dünya, çocukların eğitim, sağlık ve barınma gibi en temel yaşam haklarının giderek daha ağır biçimde ihlal edildiği bir dönemden geçiyor. Birleşmiş Milletler (BM), çocuklara yönelik 41 bin 763 ağır ihlal tespit ettiğini ve bu sayının bir önceki yıla göre yüzde 30 arttığını açıkladı. Bugün dünyadaki her beş çocuktan biri—yaklaşık 520 milyon çocuk—savaş ve çatışma bölgelerinde yaşam mücadelesi veriyor. Yerinden edilmiş 122 milyon insanın yaklaşık yüzde 40’ını da çocuklar oluşturuyor. Yoksulluk, açlık, yerinden edilme ve şiddet çocukların sesini bastırırken, Rusya-Ukrayna savaşında ailelerini yitiren çocukların Antalya’da yerleştirildikleri otel ve kurumlarda cinsel saldırıya uğraması, dünyanın çocuklar için ne denli tehlikeli bir yer hâline geldiğinin acı bir örneğini ortaya koydu.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edildiği tarih olması nedeniyle her yıl 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü olarak anılırken, tam da bu günlerin hemen öncesinde Riha’da bir marangoz atölyesinde çalıştırılan 15 yaşındaki bir çocuğun ağır işkenceye maruz bırakılması, ülkedeki çocukların karşı karşıya olduğu tabloyu bir kez daha gündemin merkezine taşıdı. Açıklanan veriler ise çocukların yoksulluk, işçilik, suç, eğitimden kopuş ve erken yaşta evlilik tehdidiyle karşı karşıya bırakıldığını gözler önüne seriyor.
SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verileri, suça sürüklenen çocuk sayısının bir önceki yıla göre yüzde 13 arttığını ortaya koydu. Jandarma ve emniyet birimlerine gelen ya da getirilen çocukların karıştığı olay sayısı yüzde 9,8 artarak 612 bin 651’e yükseldi. Bu çocuklardan 202 bin 785’i, resmi kayıtlarda “suça sürüklenen çocuk” olarak yer aldı. Suç isnatlarının dağılımına bakıldığında; bu çocukların yüzde 40,4’üne yaralama, yüzde 16,6’sına hırsızlık, yüzde 8,2’sine uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak ya da satın almak, yüzde 4,6’sına ise tehdit suçlaması yöneltildiği görüldü.
KAYIP ÇOCUKLAR
Amed’in Rezan (Bağlar) ilçesinde 8 Eylül 2024’te cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran’ın ölümü, ülkede artan çocuk kayıpları ve çocuk cinayetleri açısından derin bir sarsıntı yarattı. TÜİK, 2016’dan bu yana kayıp çocuklara dair veri açıklamazken, eldeki son veriler 2008-2016 yıllarına ait. Bu dönemde 104 bin 531 çocuk kayıp olarak kayıtlara geçmişti. Aradan geçen yıllarda kaç çocuğun kaybolduğu bilinmediği gibi, 104 bin 531 kayıp çocuğun ne kadarının bulunabildiği de hâlâ belirsizliğini koruyor.

ÇALIŞTIRILAN ÇOCUKLAR
TÜİK’in 2024 verilerine göre, Türkiye nüfusunun yüzde 25,5’ini 0-17 yaş arası çocuklar oluşturuyor. 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı yüzde 24,9’a yükselmiş durumda. Yani her dört çocuktan biri işçi olarak çalıştırılıyor. Bu yaş grubunda bulunan 3 milyon 894 bin çocuğun 970 bini kayıtlı işçi statüsünde çalışıyor. Buna 504 bin çocuğun MESEM (Mesleki Eğitim Merkezleri) kapsamında çalıştırılması da eklendiğinde, işçi konumunda bulunan çocuk sayısı 1 milyon 474 bine ulaşıyor.
EĞİTİMDEN KOPUŞ
2024 verileri eğitimden kopuşa dair yıllık net sayı sunmasa da, özellikle lise çağındaki çocukların okullaşma oranlarının düşmeye, iş gücüne katılım oranlarının ise artmaya başladığı görülüyor. 15-17 yaş grubundaki iş gücü artışı, çocukların eğitimden hızla uzaklaştığının somut göstergesi hâline gelmiş durumda.
ÇOCUK YOKSULLUĞU
Türkiye’de çocuk yoksulluğu giderek derinleşiyor. TÜİK’in 2023 verileri, çocukların yüzde 31,3’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyor. Daha güncel analizler ise her 10 çocuktan 4’ünün yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olduğunu belirtiyor. Bu durum çocukların beslenme, sağlık, eğitim ve gelecekteki fırsatlarına doğrudan zarar vererek onları her tür istismara açık hâle getiriyor.
Bu tabloyu değerlendirmek üzere Her Yer Çocuk Derneği gönüllüsü Sedanur Uğur ile çocuk haklarına yönelik sistematik ihlaller ve çözüm yolları üzerine konuştuk.
UCUZ EMEK GÜCÜNE DÖNÜŞTÜRÜLEN ÇOCUKLAR
Sedanur Uğur, çocuklara yönelik hak ihlalleri arasında en yaygın olanın eğitim hakkının engellenmesi olduğunu belirterek, çocukların giderek “işçileştirildiğini” vurguladı. Sermaye çevrelerinin ara eleman ihtiyacını karşılamak için çocukları ucuz iş gücü olarak gördüğünü ifade eden Uğur şöyle konuştu:
“Çocuklar açısından yapısal şiddet sadece MESEM’lerde karşımıza çıkmıyor. Öğretmenlerinden, akranlarından, hatta ailelerinden gelen çok yönlü bir şiddetin içinde büyüyorlar. Bu şiddetin kaynağına baktığımızda karşımıza doğrudan yoksulluk çıkıyor. Okula gitmesi gereken çocuklar, okul masraflarını karşılayamadığı için eğitim hakkından mahrum kalıyor. Bir kısmı çalışmak zorunda kalıyor, bir kısmı da çetelere yöneliyor. Yoksul bir ailenin çocuğunu düşünün: Okula gidemiyor, gitse de geleceği için güvence verilmiyor. Böyle olunca okuldan kopuyor ve en ‘iyi’ ihtimalle çalışmak zorunda kalıyor.”
SUÇA SÜRÜKLENME: YOKSULLUĞUN KISKACINDAKİ ÇOCUKLAR
Uğur, “Suça Sürüklenen Çocuk (SSÇ)” kavramına da dikkat çekerek çocukların büyük ölçüde yoksulluk nedeniyle suça itildiğini belirtti. Kürt illerine yönelik özel savaş politikalarına işaret eden Uğur şunları söyledi:
“Kürdistan’da çok daha yoksul bir nüfus yaşıyor. Kürt sorununun yarattığı krizle birlikte bu bölgelere özel bir devlet politikası uygulandığı açık. En ağır olayların yaşandığı ama en az duyulan yerler oralar. Narin’in hikâyesini duyduk ama uyuşturucuya sürüklenen, fuhuş çetelerine çekilen pek çok çocuk var. Çünkü en derin yoksulluk orada yaşanıyor. Yoksul bir çocuk hızlı para kazanma isteğine kapılıyor ve mahallesindeki ‘abi’ ‘abla’ figürlerinin davranışlarını gözlemliyor. Eğer mahallede çeteler varsa, çocukları hemen kendilerine çekiyorlar. Torbacılık yaptırıyorlar, çünkü çocuklar bu işlerde en az dikkat çeken kişiler. Çeteye resmen girmese bile kendi aralarında çeteleşiyorlar. Ahmet Minguzzi vakası da bunun bir örneği. Sonucuna baktığımızda hepsinin temelinde yine yoksulluk var. Bu yapısal bir şiddettir; sistemin insanların en temel ihtiyaçlarını bile karşılamadığı durumlarda ortaya çıkar. Çocukların suça itildiği bu noktada çözüm üretmesi gerekenler de bizleriz.”
MÜCADELE ÇAĞRISI
Sedanur Uğur, ülkedeki çocuk tanımının hatırlatılması gerektiğini söyleyerek, mevcut iktidarın politikalarının bu tanımla uyuşmadığını ifade etti:
“Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesinde bunu görmüştük. Şimdi ise çocukların işçileştirilmesinde karşımıza çıkıyor. Oysa çocuk dediğimiz varlık, oyun oynayabilen, gelişebilen bir canlıdır. Fakat çocuklar ya evlendiriliyor ya da çalışmaya zorlanıyor; böylece çocuklukları kısaltılıyor. ‘12-18 yaş arası herkes çocuktur’ gerçeğini hatırlatmak ve çocukların haklarını savunmak zorundayız.”
Uğur son olarak mücadele vurgusu yaptı:
“Haklar kendiliğinden verilmez, mücadeleyle alınır. Meclis’ten çocukların yararına bir politika çıkmasını beklemek gerçekçi değil; çünkü o Meclis sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Çocukların haklarını ancak birleşik bir mücadeleyle kazanabiliriz. Yoksulluk hepimizin sorunu; kadınların, işçilerin, çocukların sorunu… Bu nedenle ortaya çıkan tüm direnişleri büyütmeli, yan yana getirerek ortak bir mücadele hattı kurmalıyız.”





