Nobelli yazar Orhan Pamuk, The Times’ın 9 Kasım tarihli sayısında, “Kültürel yaşamım” anketine katıldı. En sevdiği kitabın 'Anna Karenina', en sevdiği yazarın Jorge Luis Borges olduğunu söyleyen Pamuk, en sevdiği dizinin Netflix’te yayınlanan 'Bir Başkadır' olduğunu açıkladı.
Serbestiyet'ten Hasan Ayer'in çevirisine göre, Orhan Pamuk, “Güzel bir akşamı heba ettiğim durumlar” sorusuna ise “Herkesin açık bir biçimde ya da kılık değiştirmiş bir biçimde Erdoğan fanatiği olduğu çeşitli Türk televizyon kanallarında siyasi tartışmaları izleyerek çok ama çok akşam harcadım” diye cevap verdi.
EN SEVDİĞİM YAZAR
Jorge Luis Borges. Edebiyatın kendisine ait bir metafiziği olması gerektiğini anlamamı sağladı. Öte yandan Borges, roman okumanın zevkini neredeyse hiç tatmamıştı zira Borges için bir roman, olay örgüsü dışında başka hiçbir anlama gelmiyordu. Ben bir romancıyım. Bunun anlamı çok açık: Zihnim sürekli olarak okuyucuların ve yarattığım karakterlerin duygularıyla, ruh halleriyle meşgul. Dahası, bu durum dünyayı başka insanların perspektifinden görmenin yarattığı haz ile meşgul olduğum anlamına da geliyor.
EN SEVDİĞİM KİTAP
'Anna Karenina' gerçekten de harika bir romandır zira romanın her cümlesi inanılmaz derecede güzel işlenmiş. Dahası, romanın kompozisyonu hem karmaşık hem de anlaşılır bir vaziyette. 47 yıllık romancılık hayatım, Borges ve Tolstoy’u kendi dünyamla (İstanbul) birleştirme ve şehri her ikisinden de ilham alan bir perspektifle görme girişiminden ibaret.
HALİHAZIRDA OKUDUĞUM KİTAP
'Patricia Highsmith: Günlükleri ve Defterleri: 1941-1995'. Highsmith, hayatı boyunca iki günlük tutmuş bir yazar. Bu günlüklerden biri çok özel notları için. Diğeri ise yazacağı romanlar hakkındaki fikirlerini içeriyor. Bence Higsmith, muazzam bir yeteneğe sahip harika bir Dostoyevskici . En iyi romanları 'Trendeki Yabancılar' ve 'Yetenekli Bay Ripley'. 'Bu Tatlı Hastalık' adlı romanı ise aşk hakkında şimdiye kadar yazılmış en doğrudan ve dokunaklı romanlardan biridir.
KEŞKE YAZMIŞ OLSAYDIM DEDİĞİM KİTAP
'Yaşlı Gemici'. Benim tarzım muhtemelen Gustave Doré’nin siyah beyaz çizimlerinden daha renkli olurdu. Kitaptaki denizi, ara sıra yaşanan sessizlikleri, gizemi, güneşi, yolculuğu ve o meşhur grotesk kuşu oldukça seviyorum.
SAVAŞ VE BARIŞ‘I BİTİREMEMEK OKUYUCUNUN BAŞARISIZLIĞIDIR
Böylesi bir soru, bir kitabı bitirmemenin bir tür suç olduğunu ima ediyor. Belki zaman kazanmak için ve belki de o kitaptan öğrenmem gerekenleri yeterince öğrendiğim için yarım bıraktığım çokça kitap var. Mesela 1897 yılındaki Harrods kataloğunu okudum ve oradaki resimleri inceledim. Veba Geceleri’ni yazarken bundan oldukça faydalanmıştım.
Bazı insanların bir kitabı bitirmekten bahsetme şekli, çocukken annemin tabaktaki her şeyi bitirmem gerektiğini söylemesini hatırlatıyor. Öte yandan elbette 'Savaş ve Barış‘ın tamamını okumak gerekiyor ve eğer bir kişi bu kitabı bitiremiyorsa bu okuyucunun başarısızlığıdır. Aynı şey Thomas Mann’ın 'Sihirli Dağ' kitabı için de geçerli. Ancak Proust’un 'Kayıp Zamanın İzinde' adlı kitabının tamamını bitiremezsek kendimizi suçlu hissetmeli miyiz? Öte yandan, Proust’un başyapıtını okumayı gerçekten bitiremiyorsak bu bizim mi yoksa Proust’un suçu mudur? Belki de ortada bir kabahat yoktur: onun dahil asla bitiremediği bir romanı bizim hiç bitirmememiz Proust için oldukça güzel bir şey.
HALA OKUMADIĞIM İÇİN KENDİMDEN UTANÇ DUYDUĞUM KİTAPLAR
Böyle kitaplar yok. Herkesin okuduğu ve herkesin okuması gereken bir kitabı mutlaka okurum. Öte yandan bu kitabı tamamen bitirip beğenmezsem; kitaba başlarken oldukça meraklı ve istekli olduğum için bundan utanç asla duymam.
Jane Austen benim için böyle bir yazar zira bu harika yazarı okumakta başarılı olduğum söylenemez. Belki de bu durum, kitapların film uyarlamalarını önceden izlediğim için de olabilir. Öte yandan üç hafta önce Austen’ın romanlarında bahsettiği birçok yeri ziyaret ettiğim bir bölgedeydim. İşte şimdi onu hak ettiği saygı ve kararlılıkla tekrar okumayı düşünüyorum. Teyzem bundan 70 yıl önce İstanbul’da Jane Austen’ın tüm İngilizce kitaplarını okumuş ve bundan büyük gurur duymuş. Ayrıca kendisi için doğru bir partner seçimi yaptı ve bunun neticesinde de mutlu bir evliliği oldu.
FAVORİ FİLMİM "8½"
Roma’nın tıpkı İstanbul gibi olduğu Fellini’nin "8½" adlı filmi. Bu siyah beyaz filmi tekrar tekrar izlemeyi hala çok seviyorum. Belki de bunun sebebi, yaratıcılığın getirdiği zevkler ve sorumluluklar ile gizemli bir şehirde hayatın tadını çıkarmak arasında kalan Marcello Mastroianni’nin canlandırdığı ana karakterle kendimi kolayca özdeşleştirmemdir. Roma’da doğru zamanda ve doğru insanlarla olmak bile insanı mutlu etmeye yetiyordu…
img-1089.jpg
EN SEVDİĞİM OYUN
'Macbeth' derdim zira bu oyun ihanet, suçluluk hissi ve iktidar hakkında. 1963 yılında, ben henüz 11 yaşındayken, İstanbul’daki İngilizce öğretmenim İngilizce metni ve metnin Türkçe çevirisini öğrencilere okumuştu. Harold Pinter’ın 'İhanet' adlı oyunu, aynı duyguyu daha farklı bir bağlamda dramatize ederek ele alır. Oyun tasarım açısından çok etkileyici olsa da çok daha az çekici bir konusu vardır: Zina.
aaaaby-q9y9nxhul6immpjmbhqoz9iwlay3-hsua-jpg.jpg
EN SEVDİĞİM DİZİ
Netflix’te yayınlanan 'Bir Başkadır'. Türkiye’de üretilip çekildi. 40 yıldır romanlarımda meşgul olduğum tüm konuları kapsayan bir işleyişi var: İstanbul, kadın ve başörtüsü, gelenek ve modernite, laiklik ve İslam, batılılaşmış üst sınıflar ve geleneği sıkı sıkıya benimseyen alt sınıflar…
amy-winehouse-flashback.jpg
EN SEVDİĞİM MÜZİK PARÇASI
Çaykovski’nin 1812 Uvertürü. Bu parça her zaman hayal dünyamda Tolstoy’u çağrıştırmıştır. 'Kar' romanımın ana karakteri Ka gibi ben de İtalyan şarkıcı ve söz yazarı Peppino di Capri’nin şarkılarını çok beğenmekteyim. Mahler’in Çocukların Ölümü Üzerine Şarkıları bana müziğin, edebiyatın da ilerisinde bir zirvede olduğunu düşündürtür. Bir ara Amy Winehouse’un Back to Black’ini çok dinlerdim. Mussorgsky’nin orkestra tınılı şiiri Çıplak Dağda Bir Gece bende bir dağı değil, Anadolu bozkırlarının resimlerini çağrıştırır.