HDP Hakkari Milletvekili Sait DEDE iktidarın adalet duygusunu katleden uygulamalarını, Ferhat Atılganı intihara sürükleyen adalet sistemini, Hakkari'deki seçilmişlere yönelik hukuk dışı cezaları TBMM Genel Kurulunda gündeme getirdi.

Anayasa'dan başlamak üzere birçok metinde Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğu vurgusu sürekli tekrar edilmekte. Televizyonlarımızı açtığımızda yetkililerin bu ifadeyi ağızlarından hiç düşürmediğini görmekteyiz. Hani derler ya "İnsan en çok kendisinden olmayandan bahseder." Kim neyden çok bahsediyorsa o onda yoktur, o onun fukarasıdır.

Bakın, AKP Genel Başkanı son adli yıl açılışında Türkiye, Anayasası'nda da belirtildiği şekilde demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir dedi ama maalesef bunun uygulamada böyle olmadığın hepimiz görüyor, hepimiz yaşıyoruz. Bunu sadece muhalefet olduğumuz için de söylemiyoruz. Dünya genelinde saygınlığı olan birçok hukuk kuruluşu Türkiye'nin hukuk sıralamasında nerelerde olduğunu belli aralıklarla yayınladıkları raporlarla duyuruyorlar. Herkes açıp bakabilir, internet sitelerinde durumu tüm dünyayla paylaşıyorlar. Dünya Adalet Projesi yani DAP'ın her yıl düzenli olarak yayınladığı bir sıralama var. Türkiye 139 ülke arasında 116'ncı sırada; Mali'den, Kenya'dan, Angola'dan bile sonra. Değerlendirmeye esas alınan noktalar ise şunlardır:


1) Hükûmet yetkilileri üzerindeki kısıtlamalara bakılıyor. Hükûmet yetkililerinin kanun tanımazlığı ayyuka çıkmış durumda.
2) Yolsuzluğun olmamasına bakılıyor. Ülke kaynakları baştan aşağı resmen yağmalanıyor, yetmemiş olacak ki Rojava'nın zeytinlikleri, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin ormanları bundan nasibini alıyor.
3) Hükûmetin açıklığına bakılıyor. Kim Türkiye'de iktidarın şeffaf olduğunu iddia edebilir? Verdiğimiz önergelere dahi cevap vermeyen, Meclise karşı sıfır sorumluluğu olduğunu zanneden bir iktidarla karşı karşıyayız. Kanun teklifleri sarayda hazırlanıyor, vekillere imzalar attırılıyor, torba torba yasalar geliyor. Tek bir cümlesi komisyonda değiştirilemeden sanki ilahi bir emirmiş gibi geçiriliyor.
4) Temel haklara bakılıyor. Bizler milletvekilleri olarak dahi haklarımızı kullanamıyoruz, bir basın açıklaması dahi yapmamıza -izne tabi olmadığı hâlde- izin verilmiyor.
5) Düzen ve güvenliğe bakılıyor. Mafya ve çeteler, organize suç örgütleri ülkede cirit atıyor. Kimsenin kendini güvende hissetmediği bir ülke hâline gelmiş durumdayız.
6) Yasal yaptırıma bakılıyor. Burada da kararlar hoşunuza gitmezse "Mahkemeleri ve kararları tanımıyoruz." diyorsunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini geçtik, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesini tanımayan bir Cumhurbaşkanı var. Ne demişti Erdoğan? "Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum." Kabul etmiyor, saygı duymuyor, karara da uymuyor.
7) Sivil adalete bakılıyor. Hukuk mahkemeleri on yıllardır yargılaması yapılan dosyalarla dolup taşıyor.
8) En önemlisi ceza adaletine bakılıyor. Türkiye'de yargının iktidarın bir sopası gibi çalıştığı herkesçe malum, hele hele seçim dönemlerinde bir seçim ofisi gibi çalışan adliyeler hukuk adına bir utançtır. Siyasi meseleler yargının tasarrufuna bırakılarak siyasi alan muhalifler için daraltılıyor, yargı âdeta bir siyasi karar mercisi hâline dönüşüyor. Gelinen noktada, AKP'nin yarattığı derin kriz ortamında yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı kalmamıştır.

Bakın Hakkâri Belediye Eş Başkanları Sayın Dilek Hatipoğlu ve Nurullah Çiftçi'ye; 2015 yılında yaptıkları bir basın açıklamasından dolayı on bir yıl üç ay ceza verildi, sadece bir basın açıklamasına on bir yıl. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda "Adil yargılanma ilkesi ihlal edilmiştir." diyerek dosyanın yeniden görülmesi için Hakkâri 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Mahkeme tahliye kararı vermedi, "Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum." dedi.

Yine aynı mahkeme, geçen hafta, Dilek Hatipoğlu ve Nurullah Çiftçi'den sonra 2019'da seçilen Belediye Eş Başkanımız Sayın Cihan Kahraman'a on yıl beş ay hapis cezası vererek tutukladı, hem de kendi verdiği iki yıl sekiz aylık ceza istinafta bozulmasına rağmen aynı mahkeme bu sefer on yıl ceza verdi ve mesaj verir gibi hükümle beraber tutuklama yaptı. Yıllardır duruşmalara girip çıkan, her celsede hazır olan Cihan Kahraman'ı verdiği hükmün kesinleşmesini beklemeden cezaevine gönderdi.

Peki, Cihan Kahraman kimdir? Cihan Kahraman, 2019 yerel seçimlerinde AKP tarafından aday gösterilen vali yardımcısını yani kayyumu sandığa gömen kişiydi. Hani tutuklama bir tedbirdi? Peki, neden yargılama devam ederken bu tercih edildi? Bunun nedeni çok açık, seçim atmosferine girilmiştir ve bu tutuklama bir seçim çalışmasıdır.

Al Arabiya: Türkiye'nin SDG'ye karşı saldırıları, ABD'nin sabrını yeniden sınıyor Al Arabiya: Türkiye'nin SDG'ye karşı saldırıları, ABD'nin sabrını yeniden sınıyor

Mahkemeler iktidarın duruşuna göre karar vermemelidir. Suç ve cezalar siyasi konjonktüre göre değil, evrensel ilkelere göre olmalıdır. Yargının içine düştüğü bu durum toplumun adalet duygusunu onarılmaz bir biçimde yaralamaktadır. Adalet sarayları mezbahalara dönüşmüş, hukuk, adalet, kanunlar kör bıçaklarla kesilip biçilmektedir.

Bakın, bu fotoğrafta gösterdiğim genç, Ferhat Atılgan; artık aramızda değil, kendi canına kıydı. 20 Ocak 2023 tarihinde Yüksekova Adliyesine giden 26 yaşındaki Ferhat Atılgan savcının odasında gözetim altındayken, fiilî olarak devletin gözetimindeyken 3'üncü kattan atlayarak hayatına son verdi. 26 yaşındaki bir gencin hayalleri, umutları, geleceğe dair planları adliye binasında sona erdi. Karar verilmişti, sulh ceza sadece formaliteydi. Yazıklar olsun insanların adalet duygusunu katledenlere.