Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, cezaevinde yaşanan ölümlere, ATK’nin kararları ve tutukluların sağlığa erişiminin engellenmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilere göre, 604'ü ağır olmak üzere toplam bin 605 hasta hasta tutuklu bulunuyor. Cezaevlerindeki hasta tutukluların yaşadığı birçok sorundan haberdar olduklarını belirten Fincancı, “Cezaevi idareleri gibi hastanelerden de kaynaklı sorunlarla karşı karşıya kalındığını vurguladı. Yerellerden bilimsel ortamlar ve üniversiteler kullanılabilecekken ATK’lerin tek adres olarak gösterilmesi ciddi bir sorun olduğunu ifade eden Fincancı, “ATK, ne yazık ki Adalet Bakanlığı’nın bağlı bir kuruluşudur. O yüzden tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesini zedeleyen bir yerde durduğunu biliyoruz” ifadelerini kullandı.
‘İNSANLARA KELEPÇELİ MUAYENENİN DAYATILDI’
Mezopotamya Ajansı’nda yer alan habere göre Fincancı, “Cezaevi idareleri gibi hastanelerden de kaynaklı sorunlarla karşı karşıyayız. Ne yazık ki bununla ilgili bazen etik ihlallerle de karşılaştığımız oluyor. İnsanlara kelepçeli muayenenin dayatıldığını görüyoruz. Bunun ciddi anlamda hem insanlık onuruna aykırı bir durum hem de hasta mahremiyetini etkileyen bir yanı var. Bu durumdan kaynaklı da tutuklular hastanelere gitmekten kaçınıyor” dedi.
‘TARAF OLMAYAN, BAĞIMSIZ BİR YAPILANMAYA İHTİYAÇ VAR’
Tutukluların hastalık durumlarının değerlendirilmesinde ATK’nin adres olarak gösterilmesini eleştiren Fincancı, “Yerellerden bilimsel ortamlar ve üniversiteler kullanılabilecekken ATK’lerin tek adres olarak gösterilmesi ciddi bir sorundur. ATK, ne yazık ki Adalet Bakanlığı’nın bağlı bir kuruluşudur. O yüzden tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesini zedeleyen bir yerde durduğunu biliyoruz. Aysel Tuğluk örneğinde olduğu gibi aslında bilimsel anlamda değerlendirmede ciddi eksiklikle karşı karşıya kaldık. Taraf olmayan, bağımsız bir yapılanmaya ihtiyaç var” diye belirtti.
‘BU ÜLKENİN KANAYAN YARASI HAPİSHANELERDİR’
Sağlığa erişimin bir hak olduğunun altını çizen Fincancı, “Ne yazık ki Türkiye’de, özgür insanların bile sağlığa erişimiyle ilgili sorunlar yaşandığını bugün artık biliyoruz. Bu ülkenin kanayan yarası hapishanelerdir. Üstelik insan hakları örgütlerinin, alandaki mesleki örgütlerin bu konuda gözlem, değerlendirme yapabilmesi ve veriler sunabilmesinin önü kesilmiş durumda. Yıllardır, insan hakları örgütleri ve meslek örgütleri cezaevlerine giremiyor. Cezaevlerinde, insanların sağlık sorunlarıyla ilgili değerlendirmeler yapmakta sıkıntı yaşanıyor. Böylesi bir durumdayız” ifadelerini kullandı.
Cezaevlerinde sık sık gündeme gelen ölümlere de değinen Fincancı, “Cezaevinde ölüm meydana geldiğinde her koşulda şüpheli olarak kabul edilir. Çünkü devletin koruması altındaki insanların ölümünden söz ediyoruz. Demek ki koruma yükümlülüğüyle ilgili bir iddia ortaya çıkabilir. Devletin bir iddiayı bertaraf edebilmesinin yolu ise etkili ve kapsamlı bir soruşturma ve belgeleme süreci işletmesidir. Bunu da bağımsız heyetlerle yapması gerekir. Ama ne yazık ki böyle olmuyor. Sonrasında bu durum kamuoyunda ciddi tartışmalara neden oluyor” dedi.
MİNNESOTA PROTOKOLÜ
Şüpheli ölümlerin özellikle de bir devletin sorumluluğundan şüphelenilen ölümlerinbelgelenmesi ve etkili bir şekilde soruşturulmasına ilişkin Minnesota Protokolü’nün olduğunu belirten Fincancı, şöyle devam etti: “Defalarca bununla ilgili eğitimler yapıldı. Avrupa Birliği’nden (AB) kaynaklar baz alındı ancak bunların hiçbir şekilde hayata yansıması olmadı. Böyle bir sorunla karşıya karşıyayız. Cezaevlerinde son dönemde gerçekten sağlıksız bir ortamla karşı karşıyayız. Cezaevlerinden ardı ardına ölümlerin gelmesi, bu insanların sağlığa erişimleriyle ilgili sorunların olduğunun göstergesidir. Bağımsız kurumların kurulması gerekiyor. Bağımsız heyetlere denetleme izni verilmesi gerekiyor ki böylesi bir süreç işleyebilsin. Bir de bu insanların hastalıklarıyla ilgili değerlendirmelerin bağımsız ve bilimsel ortamda yapılması gerekiyor. Üniversiteler diyorum ama üniversitelerin bağımsızlığı kaldı mı? Yani 130 binin üzerinde kamu görevlisinin bir gecede Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile atıldığı, hala o KHK’lerle insanların işlerinden atılmaya devam ettiği koşullarda kamu çalışanlarının bağımsızlığı da zedelemiştir.”