Türkiye'deki ekonomik krizin faturası dar gelirlilere kesilirken, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yayınladığı kuşkulu enflasyon rakamlarla onların, ücretlerine enflasyon oranında zam yapılmasının önüne de engel olarak çıkarılıyor. TÜİK Ağustos ayı enflasyonunu yıllık yüzde 51,97 olarak açıklarken, Enflasyonu Araştırmalar Grubu (ENAG) ise bu rakamın gerçekte yüzde 90,35'e olarak açıklaması, dar gelirlilerin uğradığı gelir kaybındaki uçurumu gözler önüne seriyor. Krizden çıkış yolu ise belirsizliğini koruyor.
Hükümetin neden olduğu ekonomik krize dikkati çeken Ekonomist Özgür Müftüoğlu, krizin nasıl başladığını, "Türkiye uluslararası kapitalist kurumlar olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ve benzeri kuruluşlardan bir süre uzaklaşmıştı. Siyasi iktidar kendi çevresine ve çıkarlarına uygun bir ekonomik program uygulamaya başlamıştır. O dönem, 'faiz sebep, enflasyon sonuç' gibi söylemlerle faizler düşük tutuldu ve ekonominin dengesi bozuldu. Bu süreçte Türkiye ekonomisi ciddi bir darbe aldı" sözleriyle anlattı.
'ÜRETİM VE İHRACAT YOK'
Ekonomide cari açığın büyük olduğunu vurgulayan Müftüoğlu, üretim ve ihracata yaşanan sorunlara dikkat çekti. Müftüoğlu, “Bugün baktığımızda ekonomide cari açık büyük bir sorun. Üretim düşüyor, ihracata yönelik üretimde istenilen seviyeye ulaşılamıyor. İthalat her zaman daha fazla ve bu dengesizliği kontrol altında tutmaya çalışsalar da kamu bütçesi sürekli açık veriyor. Bir taraftan sermayeye kaynak aktarılıyor, diğer taraftan savaş politikaları nedeniyle ekonomik harcamalar artıyor. Ayrıca hükümetin lüks harcamaları, yeni saraylar yapılması, uçaklar alınması gibi durumlar da bütçeye ciddi yük getiriyor. Bunların yanında, bazı bürokratların birden fazla maaş alması gibi savurganlık örnekleri de mevcut” şeklinde konuştu.
'VERGİ ŞİRKETLERDEN DEĞİL HALKTAN ALINIYOR'
Ekonomist Özgür Müftüoğlu
Yaşanan cari açığı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in vergilerle kapatmaya çalıştığının altını çizen Müftüoğlu, "Dolayısıyla kamu bütçesi sürekli açık veriyor ve bu açık, geniş toplum kesimlerinden alınan vergilerle kapatılmaya çalışılıyor. Mehmet Şimşek'in programı da büyük ölçüde bunu içeriyor. ÖTV, KDV gibi tüketim vergileri artırıldı. Bu vergiler, özellikle dar gelirli vatandaşlar için büyük bir yük haline geldi. Ek vergiler getirildi, otomobil vergisi gibi. İlginç olan ise, bu vergiler büyük ölçüde halktan alınırken sermayeye yönelik vergi neredeyse hiç artırılmıyor. Büyük şirketler ya hiç vergi vermiyor ya da çok düşük vergi ödüyor. Dolayısıyla, ekonomik yük geniş kesimlerin sırtına biniyor" ifadelerini kullandı.
'KAYNAKLAR SERMAYEDARLARA PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR'
Bakan Şimşek'in yabancı yatırımcıları Türkiye'ye çekmek ülkenin kaynaklarını yabancı sermayedarlara peşkeş çektiğini söyleyen Müftüoğlu bu kesimin aynı zamanda vergiden muaf tutulduğunu vurguladı. Mehmet Şimşek'in programlarından bir diğerinin ise Türkiye'yi sermaye çekmek adına yatırım iklimi oluşturmak olduğunu belirten Müftüoğlu, "Bu çerçevede sermayeden vergi alınmıyor ve doğal kaynaklar ucuzlatılarak yatırım alanları yaratılıyor. Ancak bu politika, Türkiye'nin en değerli doğal alanları olan ormanların yok edilmesine kadar varabiliyor. Ormanlar yok ediliyor. Son olarak Artvin’de gördüğümüz gibi, buralara maden ocakları açılıyor ve doğa tahrip ediliyor. Bu durum tarımı da ortadan kaldırıyor. Buna rağmen bu yatırımlara göz yumuluyor ve teşvik ediliyor" diye konuştu.
‘TEMMUZ ARA ZAMMI’
Asgari ücrete yapılması gereken Temmuz zammının sonlandırıldığına dikkati çeken Müftüoğlu, "Hükümetin açıkladığı enflasyon oranı bile dikkate alınmadan, Temmuz ayında yapılması gereken zam yapılmadı. Bu da ücretlerin daha da erimesine yol açtı ve çalışanlar yoksullukla, hatta açlıkla karşı karşıya bırakıldı. Geçtiğimiz hafta açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) bu politikalar devam ettiriliyor" şeklinde konuştu.
'SAVAŞA MİLYARLARCA DOLAR HARCANIYOR'
Türkiye'nin 2011'den beri Doğu ve Kuzey Suriye'de savaş konseptini sürdürdüğüne işaret eden Müftüoğlu, savaş için çok büyük paraların harcandığını belirterek, şöyle devam etti: "Türkiye, 2011'den bu yana Suriye gibi komşu ülkelerle bir savaş konsepti uyguluyor. Bu süreçte sürekli artan bir silahlanma harcaması yapıldığını görüyoruz. Silahlanma büyük bir ekonomik meseledir, çünkü silah teknolojileri için çok büyük paralar harcanıyor. Örneğin S-400'ler, F-35 savaş uçağı projesi -ki iptal edildi, ama Türkiye milyarlarca dolar yatırdı- veya F-16 projeleri gibi silahlanma programlarına sürekli büyük bütçeler ayrılıyor."
'SAVAŞ HARCAMALARI DAR GELİRLİDEN ALINIYOR'
Bu yılın bütçesinin büyük bir kısmının savaş harcamalarına ayrıldığına işaret eden Müftüoğlu, bütçenin dar gelirli yurttaşların üzerinden finanse edildiğinin vurgulayarak, şunları kaydetti: "Savaş politikaları, kamu bütçesindeki açığın önemli bir kısmını oluşturuyor. Sağlıkta randevu almak için günlerce, aylarca bekleyen vatandaşlar, yeterli sağlık hizmeti alamıyor. Eğitimde kaynak yetersizliği bahanesiyle tasarruf programları uygulanıyor. Kamu çalışanlarının maaşları sınırlı tutuluyor, emekli aylıkları düşük seviyelerde kalıyor. Tüm bu durumların temel gerekçesi, savaş politikalarının bütçeye getirdiği yük. Ödediğimiz her kuruş vergi, büyük ölçüde bu politikaların finansmanına gidiyor. Bu savaş politikaları, sofradaki ekmeğe bile yansıyor. Her yeni silah harcaması, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına neden oluyor. AKP hükümeti ise bu harcamaları bir başarı olarak sunuyor."
'CHP’NİN KRİZLERE DAİR BİR ÇÖZÜMÜ VAR MI?'
CHP’nin yaşanan ekonomik ve toplumsal krizlere karşı herhangi bir programı ve çözümünün olmadığını belirten Müftüoğlu, şunları söyledi: "Bugünkü muhalefet, ekonomik krizlere, ekolojik tahribata ve toplumsal barışın bozulmasına karşı somut bir alternatif sunamıyor. CHP'nin ekonomik programı nedir? Doğa tahribatını ve yoksulluğu önlemeye yönelik bir planları var mı? Kürt meselesine dair barışçıl bir çözüm önerileri bulunuyor mu? Maalesef, bu alanlarda somut bir alternatif ortaya konmuş değil. Bu nedenle, topluma sadece bir seçim alternatifi sunmak geçici bir rahatlama yaratabilir, ama köklü bir değişim getirmez. Esas olan toplumsal ve ekonomik mücadelelerin ortaklaşarak güçlü bir toplumsal baskı alanı oluşturmasıdır. Bu baskıyı arkasına alan siyasi yapılar, bir değişim yaratabilir. Aksi takdirde, aynı seçim sistemi ve güvenlik sorunlarıyla gidilecek bir seçim, sadece iktidara zaman kazandıran bir oyalamadır."
'HAREKETE GEÇİLMELİ'
İktidarın halkın daha yüksek gelir elde etmesi, daha iyi sağlık hizmeti almasını gözetmektense kendi iktidarını sürdürmeye yönelik adımlar attığını ifade eden Müftüoğlu, sözlerini şöyle noktaladı: "Burada asıl amaç, kısa vadede popülist politikalarla kitlelerin desteğini kazanmak ve bu desteği uzun vadeye yayacak şekilde stratejiler geliştirmek. Eğer sendikalar ve meslek örgütleri üzerlerindeki durağanlığı atmazsa, önümüzdeki süreç çok daha kötüye gidebilir. Ancak bu örgütlenmeler harekete geçerse ve toplumda var olan kutuplaşmalar etnik, inanç, cinsiyet temelli ayrımcılıklar aşılırsa, ortak bir mücadele alanı oluşturulabilir. Bu sayede gelecek dönem daha olumlu olabilir. Aksi takdirde, hem doğa tahrip edilmeye devam edecek, hem de ekonomik yoksulluk ve toplumsal barışın bozulması derinleşecektir."
MA / Ferdi Bayram