Gazeteci Cansu Çamlıbel, Rusya'nın Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönünde verdiği kararı emekli Büyükelçi ve Kültür Üniversitesi öğretim üyesi Erdoğan İşcan ile konuştu.

Avrupa Konseyi’nin Rusya üyelikten çıkarmasının, Osman Kavala kararını uygulamamakta ısrar eden Türkiye için ne anlama geldiğini gündemine alan gazeteci Çamlıbel, söyleşisinde “Elbette savaş başlatmak ile AİHM kararlarını uygulamamakta ısrar etmek arasında ciddi bir makas var. Ancak Türkiye, AİHM’in Osman Kavala kararını uygulamamakta ısrar ederse, üzerine bir de aynı şekilde çıkması beklenen Selahattin Demirtaş kararı eklenir de Türkiye onu da uygulamazsa, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki temsil haklarının askıya alınmayacağının garantisi yok” değerlendirmesinde bulundu.

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) tarafından “Kulağından tutup dışarı atmak yaramaz çocuğu uslandırır mı?” başlığıyla yayınlanan söyleşi şöyle:

'AVRUPA KONSEYİ’NİN KARARI DOĞRU BİR KARAR DEĞİL'

Avrupa Konseyi’nin Ukrayna’nın işgalinin ardından Rusya Federasyonu’nu üyelikten çıkartma kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Avrupa Konseyi Statüsü bu yönde karara imkân veriyor. Hukuka uygun bir karar. Ama bunun siyasi açıdan doğru bir karar olduğunu düşünmüyorum. Uluslararası toplumun temel hedeflerine hizmet etmeyecek bir karar olarak görüyorum. Bugün de İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan “uluslararası güvenlik mimarisi” içinde yaşıyoruz. Sistem 76 yıl boyunca çeşitli aşamalar geçirdi. İlk 45 yıl iki kutuplu dünya ve Soğuk Savaş. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tek kutuplu evreye geçiş. Şimdi uluslararası sistemin çok kutuplu düzene geçişi sürecinde etki alanlarına yönelik güç mücadelesine tanık oluyoruz. Ukrayna krizi de bu süreçte uzlaşı sağlanamamasının bir sonucu olarak görülebilir. Birleşmiş Milletler’in (BM) merkezinde olduğu ve Avrupa Konseyi, NATO, AGİT ve Avrupa Birliği gibi bölgesel kuruluşlarla desteklenen güvenlik mimarisinin temel sütunlarının durduğunu, ama bir güncelleme gerektiğini düşünüyorum.

Putin’in izlediği hukuku, insanlığı hiçe sayan taktikler zorunlu kılmadı mı uluslararası toplumu bu tür daha önce emsali görülmeyen tepkiler vermeye?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgale yönelik olarak başlattığı savaş uluslararası hukukun vahim bir ihlali, kabul edilemez bir saldırı suçu. Hiçbir gerekçesi olamaz. Uluslararası hukuk önünde hesap verilmesi gerekir. Keşke Putin bu savaşı başlatmasa, trajik insani sonuçlara yol açan bu yıkımı yaratmasaydı. Keşke zamanı durdurup geri çevirebilseydik.

İçinde yaşamaya devam ettiğimiz güvenlik mimarisinin temel hedefi, kalıcı barış ve güvenliğin sağlanması. Hedefe ulaşılmasının temel aracı, çok taraflılık ve kurallara dayalı sistemin güçlendirilmesi. Yani çok taraflı diyalog yoluyla ortak hukuk alanı oluşturulması, hukuken bağlayıcı normatif yapı geliştirilmesi. Bundan daha iyisini bilen varsa dinlemeye hazırım, ben daha iyi bir sistem bilmiyorum. Bu sistemi korumaya devam etmeliyiz. Bu nedenle de Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden dışlanmış olmasının barış ve güvenliğin korunması amacına hizmet ettiğini düşünmüyorum. Ortak değerler temelinde geliştirilen ortak hukuk alanının çok taraflı diyalog yoluyla korunmasının, sürdürülebilir barış ve güvenlik bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

DEM Parti’den hak ihlalleri raporu: Baskılar yüzde 50 arttı CANLI DEM Parti’den hak ihlalleri raporu: Baskılar yüzde 50 arttı CANLI

Sistemin ihtiyaç duyulan ölçüde yenilenmesine yönelik reform çabalarının sürdürülmesi önemli, ama sistemin temel sütunları korunmalı. Temel sütunları yıkılırsa bina çöker. Bu kurallara dayalı çok taraflı sistemi, ortak hukuk alanını koruyarak ve aktörleri sahnede tutarak yürümeye devam etmek gerekiyor.

Savaş hukuku nerede devreye giriyor?

Ne yazık ki uluslararası hukuk ihlalleri, bu kapsamda en vahimi savaşlar olabiliyor. Ama sistem bunlara müdahale için, yaptırım için mekanizmalar kurmuş. En başta BM Güvenlik Konseyi, BM Genel Kurulu, BM İnsan Hakları Konseyi diğer yapılar. Ayrıca, bağımsız uluslararası yargı kanalları var. Uluslararası Adalet Divanı devletleri yargılar. Uluslararası Ceza Mahkemesi bireyleri yargılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletleri ve bireyleri yargılar. Her üç yargı organı da Rusya konusunda harekete geçti. Bu kapsamda olabilecek hukuki boşlukları doldurmak amacıyla özel mahkemeler kurulabilir. Çok sayıda örnek var. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı için de özel mahkeme kurulması girişimi var. Olur mu, göreceğiz.

Rusya’nın Avrupa’nın önde gelen çok taraflı kurumlarından birinden süresiz olarak dışlanması insan hakları karnesi zayıf ve otoriter liderler tarafından yönetilen diğer ülkeler açısından ne anlama geliyor?

Bundan sonra kuralları ihlal edenleri evin içinde uslandırmaya ve doğru yola koymaya çalışmak yerine kulağından tutup evin dışında atınca ne olacak? Abartılı örneklerimi hoşgörün ama dışarıya atılanın daha da uzlaşmaz, çatışmacı ve saldırgan olmayacağının bir güvencesi var mı? Onun için bir aktörü çok taraflı diyalog forumunun dışına çıkarmanın temel amaca hizmet etmeyen bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Diplomaside öfkeye yer olmamalı. Diplomasiyi uluslararası satranç oyununa benzetirim. Stratejik hedeflere uygun taktik adımlar planlanmalı, atılmalı. Stratejik hedefe zarar verecek duygusal adımlardan kaçınılmalı. 2014’te de Rusya benzer biçimde hareket edip uluslararası hukukun temel ilkelerini ihlal edip Kırım’ı işgal ve ilhak etmedi mi?

O zaman neden atılmadı Avrupa Konseyi’nden Rusya?


Çünkü o dönemde uzlaşı sağlanamadı. Ben 2014-2018 arası Strasbourg’da onu yaşadım. O zaman sadece danışma organı niteliğindeki siyasi kanat olan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) Rus parlamenter heyetinin yetkileri askıya alındı. Rusya parlamento heyeti 2015’ten itibaren AKPM toplantılarına katılamadı. Rusya da karşılığında Avrupa Konseyi bütçesinin yüzde 10’unu oluşturan yıllık katkı payını kesti. Bütçenin yüzde 10’u önemli bir rakam, Avrupa Konseyi ciddi şekilde etkilendi. Birçok proje o dönemde askıya alındı. Daha sonra çoğunluk diğer yöne döndü ve Rusya heyetinin yetki belgeleri onaylandı, AKPM’ye geri döndü. Konsey’in hükümetler arası yürütme kanadı Bakanlar Komitesi’nde şimdi olduğu gibi Statü uyarınca bir girişim olmadı o dönemde.

Türkiye’nin 2014-2018 döneminde rusya konusundaki pozisyonu neydi?

Diplomasinin işlevi, siyasi düzeye bilgi ve tavsiye sağlamak, siyasetin aldığı kararı uygulamak. Siyaset o dönemde diyalogun devam ettirilmesi yönünde tutum izlemeyi uygun gördü. Avrupa Konseyi içinde bu yönde düşünen grup ile birlikte hareket ettik. O dönemde de uluslararası hukuka uygun şekilde Kırım’ın işgalini ve ilhakını tanımamaya, Rusya’nın bu davranışını kınamaya devam ederek, taraflar arasında diyalogun temel amaçlara hizmet edecek şekilde yürütülmesi yönünde tutum izledik.

Bugün (2022) Türkiye’nin izlediği politikayı nasıl buluyorsunuz?

Şu anda siyaset ve diplomasi kanallarının dışındayım, karar alıcı ve uygulayıcılarla doğrudan temasım yok, ama ben, Türkiye’nin 25 Şubat’taki ilk kararda çekimser kalmasını yanlış bulmuyorum. Çekimser oy kullanılmış olmasının, Türkiye’nin 2015’ten bu yana izlediği ilkesel tutumla tutarlı olduğunu düşünüyorum. Bu kararda çekimser kalınması, 42 üye devletin “Rusya’yı dışlama” yönünde oy kullandığı konjonktürde görünür oldu.

Avrupa Konseyi’nde 47 ülke vardı, bugün Rusya’nın çıkarılmasıyla 46 oldu. 46’nın 27’si Avrupa Birliği üyesi. Avrupa Birliği’nin bir sübjektif dayanışma ilkesi vardır. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi içinde 27’li bir grup olarak dayanışma içinde davranır. Birleşik Krallık, Norveç ve İsviçre de neredeyse her zaman AB ile birlikte hareket ederler. Rusya konusunda AB içinde farklı dengeler bulunduğunu da biliyoruz. Geçmişte Rusya karşıtlarını dengeleyebilen unsurların güncel koşullarda böyle bir işlevi yerine getiremedikleri ya da getirmekten kaçındıkları görülüyor.

BM Antlaşması’nın ikinci maddesi kuvvet kullanımını yasaklar. Rusya’nın saldırısı bu temel normun ihlalidir. Kınanmalı, hesap sorulmalıdır. Buna hiçbir şüphe yok, bunu hiçbir şey değiştirmez. Ama bu, Rusya’nın uluslararası diyalog forumlarından dışlanması ile sonuçlanmamalı, bu yöndeki girişimler uzlaşıya varılması imkanını daraltır ya da yok eder.

25 Şubat’ta alınan karar ile Rusya’nın Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve Parlamenter Meclis’teki temsil hakları askıya alındı, yani yürütme ve yasama kanadında. Ama AİHM’deki statüsünün ve Rus yargıcın görevinin devam edeceği bildirildi. 15 Mart’ta Rusya bir mektup göndererek Avrupa Konseyi üyeliğinden çekildiğini iletti. Aynı gün AKPM, Rusya’nın üyeliğine son verilmesini tavsiye etti. 16 Mart kararı ile Bakanlar Komitesi, Rusya’nın çekilme bildirimine de atıf yaparak, Rusya’nın üyeliğine son verdi.

RUSYA ‘BEN ÇEKİLDİM’ DİYECEK

Sonuçta Rusya kendi mi çekildi yoksa Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi mi Rusya’nın üyeliğine son vermiş oldu?

Bence bu ayrıntı bir tartışma. Rusya, “ben çekildim” diyecek. Avrupa Konseyi ise “ben attım” diyecek. Sonuçta 1996’da katılan Rusya, 26 yıl sonra Konsey’in dışında kaldı. Kim zarar gördü? Rusya vatandaşları, Avrupa demokratik güvenlik normlarından ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin korumasından yoksun kaldılar.

Rusya pek çok AİHM uygulamıyordu zaten değil mi?

Evet, üyelikten çıkarılmadan önce de Rusya’nın uygulamamakta direndiği AİHM kararları vardı. Türkiye dahil olmak üzere başka ülkelerin de uzun süredir uygulamadığı AİHM kararları var, Yunanistan’ın ya da diğer Avrupa Birliği üülkelerinin de var. Ama en azından Rusya o forumdaydı. Ben dört yıl boyunca AİHM kararlarının uygulanmasının izlendiği Bakanlar Komitesi toplantılarında Rusya’nın “ben bu kararları kesinlikle uygulamayacağım” dediğini hiç hatırlamıyorum. Diğer birçok ülke gibi, uygulama konusunda güçlükleri izah etmeye çalışır, uygulama yönünde çalışıyoruz, yasal durumu değerlendiriyoruz gibi gerekçeler öne sürerdi. Neredeyse tüm ülkelerin yıllardır henüz uygulamadığı kararlar var.

16 Mart’a kadar Rusya aleyhine AİHM’e yapılmış başvuruları AİHM’in inceleme ve bunlar hakkında karar verme yetkisi var. Rusya’nın da üyelikten ayrılmış olmasına karşın bu kararları uygulama yükümlülüğü var. Bu teorik bir yükümlülük. Bundan sonra Rusya’nın bu kararları uygulama konusunda herhangi bir adım atacağını veya bir diyalog içinde olacağını beklemek gerçekçi olmaz.

RUSYA ÖRNEĞİ TÜRKİYE İÇİN NE ANLAMA GELİYOR?

Avrupa Konseyi’nde Türkiye’nin maruz kaldığı ihlal prosedürünün Rusya’ya uygulanan ile farkı tam olarak nedir? Rusya’ya uygulanan yaptırım sürecinden bir önceki aşama diye yorumlamak mümkün mü?

Tabii, bunun nereye varacağı konusunda bir emsal yok. İkisini ayrı düşünmek gerekiyor. Rusya’ya uygulanan Avrupa Konseyi Statüsü’nün 8. maddesi. Yani Avrupa Konseyi norm ve standartlarına uymayan üye devlet için üç aşamalı bir yaptırım hiyerarşisi uygulanır; temsil hakları askıya alınır, o ülke üyelikten ayrılmaya davet edilir, son olarak da üyeliğine son verilir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal amacıyla başlattığı askeri operasyonun insan hakları hukuku açısından yarattığı sonuçlar bakımından alınan bir karar. Türkiye için başlatılan ihlal prosedürü de bu yola doğru gidiyor. Şimdi beraber yüksek sesle düşünelim. AİHM kararlarına uymak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 46. maddesi uyarınca her üye devlet için bir yükümlülüktür. Dolayısıyla Statü’nün 3. maddesi gereğince bir yükümlülüktür. Statü’nün 3. maddesi “her üye devlet norm ve standartlara uyacaktır” der. Dolayısıyla AİHM kararını uygulamamak bu maddenin ihlalidir. Üye devlet AİHM kararını uygulamamakta ısrarlıysa ihlal prosedürü başlar. Sonuç alınmazsa, Statü’nün yaptırımlar hiyerarşisi öngören 8. maddesinin işletilmesi değerlendirilebilir.

Türkiye, AİHM’in Kavala kararı için “uygulamam” demedi, “uyguladım” dedi. Bakanlar Komitesi ise “hayır, bana göre sen AİHM kararının gereğini yerine getirmedin” dedi. Türkiye de “getirdim” diye ısrar etti. Bakanlar Komitesi de AİHM’e sormaya karar verdi. Yani AİHS 46/4 uyarınca “ihlal prosedürü” başlattı. Şimdi AİHM önümüzdeki aylar içinde toplanacak. Önünde teorik olarak iki seçenek var; ya “uyguladı” ya da “uygulamadı” der. “Türkiye haklı, uygulamış” deme ihtimali var mı? Yüzde sıfıra yakın. Muhtemelen “benim kararımın gereği Osman Kavala’nın serbest bırakılması, suçlamaların düşürülmesi ve adli kayıt sicillerinin de temizlenmesidir” diyecek. O zaman Bakanlar Komitesi de “ya belirlenen süre içinde AİHM’in belirlediği şekilde kararı uygula ya da 8. maddenin gündeme alınması değerlendirilecek” diyecek.

KAVALA’NIN SERBEST KALMASI YETMEZ; AİHM, ‘SUÇLAMALARI DÜŞÜRÜN, ADLİ SİCİLİNİ SİLİN’ DİYOR

Peki neden Türkiye’nin uygulamadığı onlarca AİHM kararı varken ihlal prosedürü Osman Kavala kararı yüzünden başlatılıyor?

Türkiye’nin henüz uygulamadığı ve yıllardır uygulama modaliteleri konusunda iletişimi sürdürdüğü kararlar var. “Uygulamayacağım” demiyor ama işi yokuşa sürdüğü izlenimi doğuyor o kararlarda. AİHS’nin 18. madde ihlalini oluşturan Kavala kararı için Türkiye’ye ihlal prosedürü başlatılması tarihte ikinci kez oldu. Birincisi Azerbaycan’ın uyguladığını öne sürdüğü, ama Bakanlar Komitesi ve AİHM’e göre uygulanmayan yine “temel hak ve özgürlüklerin siyasi amaçlarla sınırlanmasına” ilişkin AİHS’nin 18. madde ihlali ile ilgili Mammadov kararıydı. Azerbaycan serbest bıraktı. “Yetmez, eski duruma tam dönüş (restitutio in integrum) gerekir” dendi. Azerbaycan bir süre direndi ama ihlal prosedürü sonucunda Statü’nün 8. maddesinin ele alınacağı aşamada, Mammadov’u serbest bırakmanın ve tazminat ödemenin yanı sıra, hakkındaki

suçlamaları düşürdü ve adli sicil kayıtlarını sildi. Ancak o zaman konu Bakanlar Komitesi gündeminden düştü. Yani Azerbaycan 8. madde eşiğine geldi ama uygulanmadan AİHM’in öngördüğü kararı tüm boyutlarıyla uyguladı. Türkiye de Kavala davası nedeniyle bu yolda ilerliyor.

AİHM’in kararını Bakanlar Komitesi’ne bildirmesinden sonra, Türkiye yeni bir siyasi değerlendirme yapma durumunda olacaktır. Bugüne kadar Bakanlar Komitesi’ne sunduğu “kararı uyguladım” tutumunda ısrar ederse, Statü’nün 8. maddesinde öngörülen yaptırımların uygulanması durumu ile karşılaşabilir. Bu sürecin bu yılın sonlarına doğru gelişeceği tahmin edilebilir.

Bugün Türkiye, uluslararası ilişkilerinde geçmişte atılan bazı yanlış adımların düzeltilmesi için fırsatları değerlendirmeye dönük adımlar atıyor. Ancak bunlar yetmez. Bu adımların kalıcı olabilmesi için Türkiye’nin demokrasi ve hukukla barışması gerekiyor. Bu çerçevede Türkiye’nin Kavala kararı doğrultusunda “yeni bir değerlendirme yaptım, suçlamaları düşürdüm, sicil kayıtlarını sildim” demesi gerekecektir. Ya da yaptırımlar gündeme gelebilecektir.

12 EYLÜL’DE TÜRKİYE KENDİ ÇEKİLDİ

Türkiye Avrupa Konseyi’nde askeri darbe dönemlerinde bile kendisine uygulanmayan bir sürece girmiş durumda. 12 Eylül’de bile 8. madde’nin uygulanacağı aşamaya gelmedi değil mi Türkiye?

Çünkü Türkiye kendisi çekildi de ondan. Doğru bir soru bu. Rusya’ya uygulanan 8. madde tarihte ikinci kez uygulanıyor. İlki Albaylar Cuntası sonrasında 1969’da Yunanistan’a uygulandı. İş düzelince, Yunanistan üyeliğe geri döndü. 12 Eylül’den sonra ise Türkiye kendisi temsil haklarını askıya aldı. 8. madde uygulanmadı. Seçimler yapıldıktan sonra Türkiye 1984’te Konsey’e geri döndü.

AİHM’İN DEMİRTAŞ KARARI KAVALA KARARIYLA AYNI OLACAKTIR

Diyelim ki Türkiye inatlaşmaya devam etti ve katiyetle AİHM’in Kavala kararını uygulamadı. Dolayısıyla Avrupa Konseyi 8. maddeyi işletme iradesini kullanma kararı verdi. Avrupa Parlamentosu Raportörü Nacho Sanchez Amor da dedi ki Selahattin Demirtaş ile ilgili süreç de aynı istikamette gidiyor.

Tabii, tamamen aynı olacak. Süreç aynı yönde ilerliyor. Sadece kronolojik olarak altı ay geriden geliyor.

Kavala kararında olduğu gibi Türkiye Demirtaş’ın da serbest bırakılmasına direnirse ve iş tam bir inatlaşmaya binerse, Ankara aynı 12 Eylül sonrasında olduğu gibi “ben çekiliyorum Avrupa Konseyi’nden” gibi bir rest çeker mi sizce?

Tabii bu siyasi bir karar ve siyasi yönelimin o anda içinde bulunduğu koşullara bağlı. Ne yazık ki Rusya Federasyonu’nun üyeliğine son verilmesi kararı kötü bir emsal oluşturabilecek.

Tarihte 18 tane 18. madde’nin ihlali kararı var. İlk 15’i uygulanmış bitmiş ve Bakanlar Komitesi gündeminden düşmüş. 16.’sı Mammadov kararıydı. 17. ve 18. ihlaller Kavala ve Demirtaş. Yani şu an, Avrupa Konseyi’nin önünde bu ihlalden dolayı sadece iki dava var, ikisi de Türkiye’nin. Demirtaş kararında da Kavala için izlenen yöntem beklenmelidir.