Olayın Arka Planı ve Gelişimi

II. Dünya Savaşı’nın etkileri sürerken, Türkiye, sınır bölgelerinde güvenliği sağlamak amacıyla sert tedbirler alıyordu. Bu dönemde, İran sınırına yakın bölgelerde kaçakçılık faaliyetlerinin arttığı gerekçesiyle sıkı denetimler yapılıyordu. Ancak bu denetimler, zaman zaman hukukun ve insan haklarının hiçe sayıldığı uygulamalara dönüşüyordu. 

Mayıs 1943’te, Van’ın Özalp ilçesinde, 33 köylü kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. Yargılanmadan ve savunma hakları ellerinden alınarak, kaçma girişiminde bulunacakları bahanesiyle askeri birlikler tarafından infaz edildiler. Bu yargısız infaz, büyük bir adaletsizlik örneği olarak hafızalara kazındı.

Mağdurların ve Tanıkların İfadeleri

33 Kurşun Olayı’nın kurbanlarının yakınları ve olayın tanıkları, yaşanan trajediyi yıllar sonra bile unutamıyor. Mağdurların çocukları ve torunları, olayın kendilerinde bıraktığı derin izleri ve adalet arayışlarını dile getiriyor. 

Ali K., infaz edilen köylülerden birinin oğlu, olayın ardından yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Babamın suçsuz olduğunu herkes bilirdi. Kaçakçılık bahanesiyle gözaltına aldılar, ama yargılama bile yapmadan infaz ettiler. Devletin adaletine güvenimiz kalmadı. Hala babamın mezarını ziyaret ederken, o günlerin acısını içimde hissediyorum.”

Zeynep T., olayın yaşandığı dönemde 10 yaşında bir çocuktu. O günleri şöyle anlatıyor: “Köyde büyük bir korku vardı. Annem ve ben, babamı bir daha göremeyeceğimizi anladığımızda dünyamız yıkıldı. Her yıl anma törenlerine katılıyor, babamı ve diğer kurbanları anıyoruz. Bu acı hiç dinmedi.”
Soruşturma Güvenlik Gerekçesine Takıldı Olayın duyulmasının ardından, Türkiye genelinde büyük tepkiler ve protestolar başladı. Dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu, olayla ilgili soruşturma başlatılmasını emretti. Ancak askeri yetkililer, olayı bir güvenlik önlemi olarak savundu ve sorumluluk kabul etmedi. Bu durum, olayın üstünün örtülmeye çalışıldığı ve adaletin yerini bulmadığı yönünde eleştirilerin artmasına yol açtı.

33 Kurşun Olayı, özellikle Kürt halkı arasında derin bir güvensizlik ve öfkeye neden oldu. Devletin güvenlik politikalarının halk üzerinde yarattığı travma, yıllarca sürecek bir ayrışmanın ve güvensizliğin tohumlarını ekti. Her yıl, 33 Kurşun Olayı’nı anma törenleri düzenlenmekte, olayın kurbanları için dualar edilmekte ve adalet talepleri yinelenmektedir.

Edebiyat ve Sanatta 33 Kurşun

Bu trajik olay, edebiyat ve sanat alanında da geniş yer buldu. Ünlü şair Ahmed Arif’in “33 Kurşun” adlı şiiri, bu olayın acısını ve adaletsizliğini derin bir şekilde işleyen en bilinen eserlerden biridir. Şiir, olayın vahşetini ve masum insanların nasıl haksız yere kurban edildiğini güçlü bir şekilde dile getirir.

Ahmed Arif, şiirinde şu dizelerle 33 Kurşun Olayı’nı anlatır:  
“İçerde, bir havadis gibi ağzı var dili yok,  
Anlatıyor. Olmaz böyle şey.  
Diyemez kimse.”

Akademik Çalışmalar ve Değerlendirmeler

33 Kurşun Olayı üzerine yapılan akademik çalışmalar, olayın tarihsel bağlamı ve sosyopolitik etkilerini detaylı bir şekilde ele alır. Prof. Dr. Ahmet İnsel, bu olayın devletin otoriter yapısının bir yansıması olduğunu belirtir: “Bu tür olaylar, devletin kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı baskı ve kontrol mekanizmalarının ne denli sert olduğunu göstermektedir. 33 Kurşun Olayı, bu bağlamda incelendiğinde, Türkiye’nin insan hakları ihlalleri tarihinin önemli bir parçasıdır.”

Van'da 18. Madde Uygulamasının Yarattığı Mağduriyetler Van'da 18. Madde Uygulamasının Yarattığı Mağduriyetler

Doç. Dr. Serpil Gül, olayın sosyokültürel etkilerine dikkat çeker: “33 Kurşun, sadece bir katliam değil, aynı zamanda Kürt halkının kolektif hafızasında silinmez izler bırakan bir travmadır. Bu tür olaylar, etnik kimlikler arasındaki güvensizliği derinleştirir ve uzun vadeli toplumsal yaralar açar.”

Uluslararası Perspektifler

33 Kurşun Olayı, uluslararası insan hakları örgütlerinin de dikkatini çekmiştir. Amnesty International ve Human Rights Watch gibi örgütler, olayın ardından yapılan incelemelerde, bu tür yargısız infazların uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve Türkiye’nin insan hakları karnesinde ciddi bir leke oluşturduğunu belirtmişlerdir.

Amnesty International’ın 1943 raporunda şu ifadelere yer verilmiştir: “Türkiye’nin doğu sınırında yaşanan bu trajik olay, devletin güvenlik politikalarının insan haklarını nasıl ihlal ettiğini gözler önüne sermektedir. Yargısız infazlar, hukuk devleti ilkesine tamamen aykırıdır ve sorumluların adalet önünde hesap vermesi gerekmektedir.”

33 Kurşun Olayı, devletin insan hakları ve adalet konusundaki tutumunu sorgulatan bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir. Bu olay, devletin güvenlik politikalarının insan hakları ile nasıl dengelenmesi gerektiği konusunda önemli dersler içermektedir. Tarihin bu karanlık sayfasını unutmamak ve benzer olayların tekrar yaşanmaması için sürekli hatırlamak gerekmektedir.

Sonuç olarak, 33 Kurşun Olayı, Türkiye'nin demokrasi ve hukuk devleti olma yolundaki mücadelesinde hala hatırlanması gereken bir uyarıdır. Adaletin ve insan haklarının korunması, geçmişte yapılan hataların tekrarlanmaması için elzemdir. Bu trajedi, toplumsal hafızamızda derin bir yara olarak kalmaya devam etmektedir ve adalet arayışı sürmektedir.

ÖZEL HABER- Hayrullah ZORLU