Kürtler ve dostları, Kurdistan’ın dörde bölünmesini sağlayan ve 100’üncü yılına giren Lozan Antlaşması’nı tartışıyor. Tevgera Jinên Azad (TJA) öncülüğünde 16 Temmuz’da Amed’te, "Kadınlar yüzüncü yılında Lozan'ı tartışıyor" başlıklı çalıştay düzenledi.

Çalıştayda Lozan Antlaşması’yla birlikte kadınlar, inançları, etnisiteleri, kimlikleri ve kültürleri üzerinde uygulanan politikaları, baskıları ve yaşadıklarına dair deneyimlerini paylaştı.

Toplantıya panelist olarak katılan tarihçi Ayşe Hür, Lozan Antlaşması’nın tarihsel sürecini ve Kürtlere yansımalarını değerlendirdi. Sosyolog Linda Barış ise Ermeniler üzerine etkilerine dair konuştu.

Venedik Komisyonu, HSK Üyeliği ve Adalet Bakanı'nı Eleştirdi Venedik Komisyonu, HSK Üyeliği ve Adalet Bakanı'nı Eleştirdi

Tarihçi Ayşe Hür

SÖMÜRÜ DÜZENİNİ SÜRDÜRME

Lozan Antlaşması’nın dönemin ulus devletleri için yeni bir dünya düzeninin başlangıcı olarak görüldüğünü ve imparatorlukların parçalanmasının ardından ulus devletler üzerinden sömürü düzenini devam ettirme olarak görüldüğü ifade eden Hür, “Bunlardan en önemlisi de Paris Antlaşması'nın ardından Almanya'ya, Avusturya-Macaristan'a, Bulgaristan'a ve Türkiye'ye empoze edilen dört antlaşma, bunlardan Türkiye ile ilgili olan Sevr'di. Sevr hayata geçmedi, ama onun arkasından Lozan ile birlikte yumuşak bir Sevr Antlaşması yapmayı hayal ediyorlardı. Fakat Türk milliyetçiliği güçlü çıktı ve bir anlamda o ülkedeki kamuoyunun hakim unsurlara baskı yapmasıyla bir pakt durumu oluştu. 'Sen beni tanı, bende seni tanıyorum' ilişkisi içerisinde elbette kendine Türk'üm, Türk milliyetçisiyim diyen İttihat ve Terakki'nin devamı olan Kemalist kadrolar küçükte olsa bir vatan (sınırları çizilmiş- uluslararası alanda tanınmış), bir devlet kurma şansını elde ettiler" dedi.

VAHŞİ ARITMA PROJELERİ

Osmanlı’dan yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilen ve azınlık olarak görülen Ermenilerin, 1915'ten sonra peyderpey yürütülen politikalarla sayılarının 200-300 bine düşürüldüğünü anımsatan Hür, şunları söyledi: “Azınlık dahi olduğu telaffuz edilmeyen ancak görülmek istemeyen Kürtler ise, Osmanlı'dan itibaren özerklik sistemini kaybetti. Kürtlerin o dönemde 'Kendi kaderini tayin hakkını' kullanamayarak, kullanmasının bir şekilde engellenmesiyle yeni kurulan devletin tabi unsuru haline gelmiş oldu. Statüsünü kaybettiği gibi, bir de ‘tabi et’ ilişkisine girdi. O ‘tabi et’ ilişkisi maalesef ulus devlet gibi müthiş bir değirmenin içine düşmesi anlamına geliyordu. Kürt toplumu, dili, gelenekleri, yaşam alanları her şeyiyle büyük bir saldırıya uğradı. Türk milliyetçileri için küçük de olsa bir devlet ve statü kazandırdı ama başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık gruplar içinde statüko kaybı, asimilasyon süreci, asimile olmazsan tehcir, olmazsan temkin (cezalandırma), olmazsan katliama kadar giden korkunç, vahşi arıtma projelerinin başlangıcı oldu.”

‘SOYKIRIM POLİTİKALARI UYGULANDI’

Lozan Antlaşması sonrası Kürtlere dayatılan baskı politikalarını “zamana yayılmış soykırım” olarak değerlendiren söyleyen Hür, “Cumhuriyetin yüz yılına yayılmış ırkçı aparheid rejimi ile birlikte soykırım bile denilebilecek politikalar uyguluyorlar. Fakat Ermeni meselesinde olduğu gibi, 1915-16’ya sıkıştırılmadığı için işin trajik boyutu gözden de kaçabiliyor” diye belirtti.

Lozan’ın yüzüncü yılına girerken tarihsellikler üzerinden tanımlama yerine, konjonktürel, politik, diplomatik mücadelenin esas alınması gerektiğinin altını çizen Hür, “Günümüzde bir halkın ‘kendi kaderimi tayin ediyorum’ deyip, kimseden engelleme görmeden yolunda yürümesi kolay değil. Çok sabırlı olarak siyasi, diplomatik, askeri, kültürel pek çok alanda eşzamanda yürütülecek olan bir mücadeleyi entegre etmesiyle mümkün” önerisinde bulundu.

KADINLARIN TARİHE MÜDAHALESİ

Kadınların kendi çizmedikleri sınırlar ve savaşların mağduru olduklarını dile getiren Hür, “Çünkü, özellikle coğrafyamızda gelenek ve din kadının yerini belirlemekte çok etkili. Kadınlar, özellikle Kürt kadınlarının belli kesimleri son 20-30 yılda çok farklı bir faza geçtiler. Onlar kendileri bir kader çizecek olgunluktalar. Belki erkeklerine de onlar empoze edecekler, bundan sonraki mücadele biçiminin ne olacağına dair onlar söz söyleyecekler. Çünkü kadının hayata müdahalesi, siyasete müdahalesi erkek gibi savaşçı, yıkıcı değil. Daha barışçıl daha uzlaşmacı ama alttan alan bir uzlaşma hali değil. Hayatı sürdürecek bir uzlaşma hali, daha iyiye, daha ileriye götürecek bir uzlaşma hali. Ben onun için kadınların tarihe müdahale etmelerini, siyasete müdahale etmelerini çok olumlu buluyorum. Bu toplantı da onun bir parçasıdır” şeklinde konuştu.

ANADİLE SAHİP ÇIKMANIN ÖNEMİ

Sosyolog Linda Barış da, konferansta kadınlarla birlikte Lozan’ı tartışmanın önemli olduğunun altını çizdi. Kadınlar olarak hem cins hem de kimliklerinden dolayı daha fazla ayrımcı, asimilasyoncu politikalara maruz kaldığının altını çizen Barış, “Ermeni kadını olmak, yine ataerkil sistemin içinde Ermeni olduğunda zaten insan yerine konulmuyorsun” dedi. Kadınların çok daha fazla bilinçlenmesi gerektiğinin vurgulayan Barış, “ Günlük hayatın içerisinde aynı ataerkil sistem devam ediyor. O yüzden biz en azından birazcık kavramış insanlar olarak, bundan sonraki yüzyılda daha farklı bir şekilde var olmamız gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle annemizin diline sahip çıkarak bunu yapabileceğimizi düşünüyorum. Kadınlar olarak hep birlikte ataerkinin dayattığı sisteme karşı mücadele edeceğiz ” ifadelerinde bulundu.

MA / Müjdat Can