Türkiye yıllardır “güvenlikçi” sorunlarla Kürt sorununu çözme arayışında. Aynı yöntemi deneyen ve aynı sonuca ulaşan tüm iktidarlar sırasıyla yıkıldı. En son AKP-MHP’nin de izlediği politikalar Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Anketlerde AKP-MHP iktidarının gün geçtikçe kan kaybettiği gözlemlenirken, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun "Kürt sorununu HDP’yi muhatap alarak çözerim" çıkışı diğer muhalefet partilerinden de destek aldı. Bu açıklamanın hemen ardından AKP-MHP İktidarı tarafından Irak ve Suriye'ye asker gönderme ve sınır ötesi operasyon süresini 2 yıl daha uzatan tezkere, 26 Ekim'de Meclis Genel Kurulu'nda kabul edildi. AKP, MHP ve İYİ Parti "evet" oyu verirken, Halkların Demokratik Partisi (HDP), CHP ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekilleri karşı oy kullandı. CHP’nin bu tutumu seçmenler üzerinde olumlu etki yaratırken, Kılıçdaroğlu’nun Yozgat’ta yaptığı bir konuşmada “Kandil’i yerle bir edeceğiz” söylemi kafalardaki soru işaretlerini çoğalttı.

Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, yaşanan siyasi atmosferi, muhalefet ve iktidar partisinin tutumu ile Meclis’ten geçen tezkereyi değerlendirdi.

Son dönemde siyasette ciddi anlamda hareketlilik yaşanıyor. İktidar ve muhalefeti karşı karşıya getiren konuların başında da Kürt sorunu tartışmaları var. CHP'nin "Kürt sorunu" üzerinden çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Millet İttifakı’nın en önemli parçalarından biri olan CHP’nin ‘Kürt sorununu ben çözerim, bunu HDP’yi muhatap alarak çözerim’ minvalindeki söylemleri hem Millet İttifakı’nı hem de CHP’nin seçmen karşısındaki pozisyonu oldukça güçlendirmişti. Bu söylem Kürtler nezdinde de ‘CHP acaba çözer mi?’ tartışmasını açıkçası getirdi ve kısmen ortamı da yumuşattı. Pozitif bir etkisi oldu denebilir. CHP Eylül ayında bir oy artışı yaşadı. CHP’nin Kürt sorununa yaklaşımı nedeniyle kararsız seçmenler arasında ciddi bir etki yarattı. Fakat bu söylemin devamı ne var ki gelmedi, gelmediği gibi biz hemen Ekim ayının sonunda Kasım ayının başında bu siyasi partilerden biri ‘HDP’yi PKK’nin yerine konumlandırıyorum’ derken bir diğeri ise ‘Kandil’i yerle bir edeceğiz’ dedi.

Bu sık söylem değişikliği seçmen üzerinde nasıl bir etki bırakıyor?

Şimdi sorunun çözümünde şiddet dışı bir yöntem uygulayacağını söyleyen partilerin iki ay sonra eskiye dönmesi seçmende, ciddi bir şekilde inandırıcılık problemi yarattı. Türkiye’deki seçmen ülkedeki kutuplaştırmadan, çözümsüzlük dilinden inanılmaz derecede yoruldu. İnsanlar yoksullaştı, çok ciddi bir kriz yaşıyorlar, umutsuzluk içerisindeler. Kendilerini güvende hissetme katsayıları ciddi anlamda zayıflıyor. Bu kadar zayıflamış bir toplumun şiddet söylemini içeren, şiddeti çözüm olarak sunan hiçbir politik ifadeye aslında bakarsanız tahammülü yok. Ben CHP’nin de İyi Parti’nin de Eylül ayında kendilerinde konsolide olan, kısmen artan geçici ve kararsız seçmen eğiliminin doğru okuyamadıklarının kanaatindeyim. Seçmen onların çözüm dili, pozitif dili benimsediği yerde onlara oy verme eğilimlerine giriyor. İktidarla benzer bir dil kullandığı zaman hele hele temel sorunlarda benzer bir dil kullandığı yerde seçmen, mevcut muhalefeti tercih etmekte güçlü çekecektir.

Muharrem İnce'nin 'Cumhurbaşkanına Hakaret' Davasında Cezası Açıklandı Muharrem İnce'nin 'Cumhurbaşkanına Hakaret' Davasında Cezası Açıklandı

'MUHALEFET SEÇMENİN TEK PROBLEMİNİ AKP VE ERDOĞAN KARŞITLIĞI OLARAK OKURYORSA YANILIR'

Biraz daha açabilir misiniz. Muhalefetin temel yanlışlığı nerede?

Eylül ayında yaptığımız çalışmada CHP Kürdistan’da Kürt seçmenden ciddi bir oy arttırmış gözüküyordu. Bunun temel nedenlerinden biri CHP’nin Kürt sorununa dair sarf ettiği çözüm söylemleriydi. Bu söylemlere bir destekti aslında. Hatta bu söylemlerin yanında durduğunu söyleyen en azından boşa düşürmeyen İyi Parti’nin pozisyonu da kutuplaşmadan ve gerilimden bıkmış bir seçmen için pozitif algıydı. Uzun süre AKP’de kararsızlaşmış ama bir parti seçememiş bir seçmen, Eylül ayında açığa çıkmış olan bu pozitif söylem ve çözüme dair sorumluluk üstelenen siyasal dilin kendisine onay vermek istedi. Saha araştırmaları aslında bunu söylüyordu. Ne var ki Ekim ayına geldiğimizde tezkere öncesi ve sonrası tartışmalarla tam da seçmenin onay verebileceği, oy verebileceği, destekleyebileceği söylem biçimi hızlı bir biçimde değişti ve geçmişe döndü. Muhalefet seçmenin tek problemini AKP ve Erdoğan karşıtlığı olarak okuyorsa yanılırlar.

Tezkere konusuna muhalefetin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tezkere de İyi Parti’nin ‘evet’ oyu vermesi yine HDP seçmenini teörize eden söylemi ve hemen onun ardından Kılıçdaroğlu’nun “Kandil’i yerle bir edeceğiz” söylemi seçmeni anlamadıklarını işaret eder. Şunu fark edebiliyoruz; muhalefet içerisinde bir rol paylaşımı var gibi. Eylül ayından beri bariz bir şekilde görülmeye başlanmıştı. CHP daha çözümleyici, sol ve Kürtlere hitap eden diliyle o kesimi konsolide edebilme gücünü göstermek isterken İyi Parti, daha milliyetçi, daha mukaddesatçı olan AKP’de yer alan seçmeni konsolide etmek için böyle bir dil paylaşımı içerisine girmiş. Ama içerisine girmiş oldukları seçmeni kendilerinde konsolide etme amaçlı olup gelecek kurgusu açısından seçmene yeni bir şey söylemeyen politik yalpalanmanın kendisi, seçmen açısından inandırıcılık problemini açığa çıkarıyor. ‘Birimiz sol ve Kürtlere oynayalım, birimiz ise sağ ve milliyetçi kesime oynayalım. Böylece AKP’den kopacak olan sağ ve milliyetçi oylar İyi Parti’ye, sol liberal, demokrat ve kısmen Kürt oylar CHP’ye gelir. Böylece biz cumhur ittifakını aşar iktidarı kurarız’ şeklinde bir düşünceleri varsa ve rol paylaşımını bu bizim bir aydır tanık olduğumuz dil üzerinden kuruyorlarsa kesinlikle yanılıyorlar.

'SEÇMEN İKTİDARIN DİLİNİ KULLANAN MUHALEFETE OY VERMEYECEKTİR'

Seçmen nasıl bir muhalefet istiyor?

Seçmen 20 yıllık iktidarın kullandığı dili kullanan bir muhalefet oy vermek istemeyecektir. 20 yıllık iktidarın kullandığı dil ve politikanın bugün sonuçlarını muhalefetin de getirebileceği kaygısını derinleştiriyor. Çünkü seçmen için sorun siyasi kişiler değildir. Uygulanan çözümsüzlük politikaları ile şiddet ve gerilim politikalarıdır. Seçmen artık kutuplaştıran dili, gerilim dilini kaldıracak durumda değil. Eğer muhalefet milliyetçi kesimi rahatlatmak istiyorsa, onlara hitap etmek istiyorsa geçmişin çatışmalı argümanlarıyla, dışlayıcı argümanlarıyla vazgeçmeli aksi halde kurulacak AKP sonrası olası bir millet ittifakının; AKP sürecinde kurulmuş olandan daha demokrat daha çözümleyici ve daha özgürlükçü olabileceğiyle ilgili beklentiyi parçalar. Ben Millet İttifakı’nın son bir ay içerisinde otaya koymuş olduğu seçim argümanlarını politika üretmekten ziyade var olan ötekileştirici politikayı derinleştirdiğini düşünüyorum.

Anketler iktidarın kan kaybettiğini gösteriyor ve bunu görüyorlar. İktidarın bundan sonraki politikalarını nasıl öngörüyorsunuz?

Seçmeni konsolide etmek için anti emperyalist, dış güçlere ‘eyvallahı’ olmayan ülkelerine dayatmacı olanın karşısına dik duran, hükümet ya da lider profili üzerinden seçmene güven ve güç verme eğilimi içerisine girerek bir propaganda süreci içerisine girebilir. AKP ve MHP, son yıllarını yüksek gerilim ve şiddet politikalarına borçludur. Aynı zamanda mevcut yenilgisini ve diğer ekonomik, sosyal ve siyasal krizi de aynı politikalara borçludur. AKP ve MHP iktidarı çok belirgin bir biçimde gerilimi bir tür iktidar kurma, iktidarı genişletme, hegemonyayı genişletme aracı olarak kullandı ve buna alıştı. Çatıştırarak, kutuplaştırarak, bazen savaşla ve beka söylemleriyle bir birlik yaratarak seçmen konsolidesiyle çok meşgul oldu. Bununla da iktidarını sağlamlaştırma politikası izledi. Bunu uzun süre yaptı ama bugün ortaya koymuş olduğu bu politika artık toplumu da parçaladı. İktidar olarak çözüm üretecek kapasitelerini tüketmiş durumda.

'SAVAŞ VE ŞİDDET İKTİDAR İÇİN 'SON ATIMLIK BİR KURŞUN' GİBİDİR'

Meclis’ten geçen tezkere sonrası iktidarın Kuzey ve Doğu Suriye’ye müdahale ederek varlığını sürdürme eğiliminde olduğu ifade ediliyor. Denildiği gibi olur mu, ne düşünüyorsunuz?

Ekonomik ve idari kaynaklar açsısından da Türkiye taşınamaz bir noktaya geldi. AKP bu politikayı halen önemsiyor ve oy kaybını durdurabileceğinden emin olduğu an savaş meselesini gündeme alacaktır ya da kaybedecek hiçbir şeyinin kalmadığını düşündüğü an son bir şans olarak savaş meselesini önüne koyabilir. Ama gelinen noktada savaş ve şiddet politikasının kendisi ‘son atımlık bir kurşun’ gibidir. Bunu kullandığı anda iktidarın kendisiyle beraber toplumun da çökmesine neden olacaktır. İrrasyonel politikanın iktidar kurabildiği nadir süreçler yaşadı bu ülke. İktidarın irrasyonel politikalarıyla yol alarak ilginç bir noktaya geldi. Eğer iktidar savaş ve şiddet politikalarını kendi iktidarını devam ettirme konusunda faydası olacağına emin olduğu an şiddet politikasını tekrardan derinleştirebilir.

Rojava’yı bu anlamda bir yandan iç politikanın malzemesi ve seçmen konsolidasyonun bir parçası olarak değerlendirirken öte yandan dış politika da bir güç gösterisi olarak ‘Suriye’de ben de varım’ hamlesinin bir parçası yapmak isteyebilir. Nihayetinde Rusya ve Amerika arasında gelişen görüşmeler Suriye üzerinden kurulmaya çalışılan çözüm süreci ve Çin’in ve İran’ın Türkiye’yi işgalci olarak tanımlamaları Türkiye’nin Suriye masasında durumunun parlak olmadığını gösteriyor. İşte bu parlak olmayan duruma karşı kendince savaşla müdahale etmek isteyebilir. İç politikada kötü giden ve iktidarını kaybetme riskine karşı ‘yaşam öpücüğü’ gibi değerlendirebilir, bu yöntemi. Tabii bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan şey yeni bir şiddet dalgası değil. Bu denli derin yoksullaşmanın, ekonomik kriz, toplumsal kriz gibi çoklu krizlerin yaşandığı bir dönemde en son yapacağı şey olmalıdır. Böylesi durumlarda savaş tercihi aynı zamanda bir intihardır. Olasılık dışı tutmamak gerekir.

Türkiye’nin istiğine karşılık uluslararası koalisyon güçlerinin kısmi açıklamaları oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir süredir Kürtlerle Suriye rejimi, Rusya’nın moderatörlüğünde bir tür görüşme ve belli ilkelerde anlaşma sağlamaya çalışıyor. Bu durumda Kürtler ile Suriye yönetimi anlaşırlarsa Suriye’de ki krizin önemli bir bölümünün bittiği anlamına gelir. Rojava’da çok uzun bir süredir aslında defacto bir statü var. Olası bir çözüm süreci Rojava ve Kuzey Suriye’de açığa çıkmış olan özerk defacto bölgesel biçiminin tanınmasını sağlayacak. Bu başta Kürtler olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan bütün halkların geleceğini belirleyecek. Türkiye’nin olası müdahalesi tam olarak o defacto durumunu yasallaşmasını engellemek için gelişecek kuşkusuz.

Bununla ilgili olarak Rusya’nın Kürtlere ‘Ya daha minimal talepler ve defacto uyguladığınız bu bölgesel özerklik pozisyonuzu daha kültürel haklara çekerek Suriye rejimiyle anlaşırsınız ya da Türkiye gelir tümden kazanımlarınız tehlikeye girer’ şeklinde tehdit ve blöfler içerisinde olma olasılığı çok yüksek. Rusya’nın Türkiye’yi bu anlamda cebinde tutan bir pozisyonu olabilir. Ancak Rusya, Suriye ve Kürtler arasında mevcut defacto durumun resmileşmesi ve uzlaşması sürecinin daha demokratik bir biçimde sağlanmasına aracılık ederse Ortadoğu’daki pozisyonunu uzun vadede daha da sağlamlaştırır. Şuandaki hesap grupların, muhatapların ellerinin kimin tarafından nasıl zayıflatacağı üzerinde işliyor. Türkiye’de tam da bu noktada Kürt kazanımlarına karşı elde tutulan Demokles kılıcı rolünü oynuyor. Bunu iç ve dış kazanımlarının hesabı ile oynuyor. Türkiye’nin bu anlamda geniş bir savaş açması demek mevcut özerk yapının daraltılması talebinden başka bir şey taşımayacaktır.

HDP’nin açıkladığı 11 maddelik bir deklarasyon var. Sorunun çözümü açısından bu deklarasyon bir yol haritası olabilir mi?

HDP’nin deklarasyonu aslında siyaseten gerilimli bir atmosferde, durduğu yer açısından önemliydi. Türkiye’nin sorunlarına, demokrasi bağlamında, hem nasıl bir çözüm üretmek istediklerini hem de kendilerinin bu çözüm içerisinde nereye oturduğunu tarif ediyordu. Bir müzakereci parti olduğunu ilan ediyordu ve müzakereci bir parti olarak topluma siyaset üretme mekanizmasının parçası olacağını da deklare etmiş oldu. Bunlar oldukça kıymetliydi, çünkü HDP, sürekli kapatılmakla tehdit edilen, terörize edilen, terörizmle eş tutulan bunun için ise dönem dönem hem iktidarın hem de muhalefetin dil ortaklığı kurduğu bir parti. İşte tamda bu nedenle önemli bir demokrasi deklarasyonu ortaya çıkardı.

Türkiye’nin pek çok sorununa; cinsiyet özgürlük problemlerinden toplumsal cinsiyet problemlerine, toplumsal şiddetten siyasal şiddete, siyasal şiddetten ekonomik krizlere, yoksulluklara ve tabii ki de en önemli sorun olan Kürt sorununa ilişkin durduğu yerle demokrasiyi çözüm adresi olarak, çözüm formülü olarak ifade etti. Bu anlamda aslında kendisine karşı açılmış yargılama gerekçelerini de boşa çıkaran bir deklarasyon ortaya çıkardı. HDP’nin kapatılma gerekçesinin boşa çıkaran, kapatılma gerekçesinin zeminin boşaltan bir deklarasyon diyebiliriz. İyi bir hamleydi. Deklarasyon bir diğer taraftan Türkiye’nin batısını aslında çok daha fazla muhalefeti rahatlatan bir içerik ve dile sahipti. Bunu yaparak kendisi üzerinden ortaya çıkabilecek kutuplaşmaların dışında olduğunu, tartışmaların dışında olduğunu ve yeni sürecin kurulmasında kolaylaştırıcı bir parti olacağını ilan etmiş oldu. (MA / Ergin Çağlar – Eylem Akdağ)