Servet Tunç / Yazdı

Hakkari'de Taş Ocağı Kazasında Ölümlü Facia Ucuz Atlatıldı
Hakkari'de Taş Ocağı Kazasında Ölümlü Facia Ucuz Atlatıldı
İçeriği Görüntüle

AVNİ’NİN ARDINDA

Dolunay ışığında kadim kalenin gölgesi, Soğukbey köyünün yıkılmış kilisesinin üzerine uzanıyordu. Soğuğun iyiden iyiye kendini hissettirdiği daracık vadide, çoktan inlerine çekilmiş yaban hayvanları çaresizce ilkbaharı bekliyordu. Çelenin etrafını aydınlatan beyaz ışık, Sotkí Dağı’nın gövdesinde hızla koşan kurt sürüsünü çok uzaktan fark ediyordu. Biraz baktıktan sonra misafirleri aklına geldi. Yahudi Emran’dan kalma tek katlı eve girdi. Nede olsa ayazda beklemenin anlamı yoktu. Yanan sobanın yanında gaz lambasını yakıp kontrol etti, yüzü aydınlandı.

Zaman kimisine kazandırdığını elbette ona kazandırmıyordu ama çoktan, alttan alta güzel bir yerin sakinlerinin kalbini kazanmasının taşlarını döşüyordu. Saf ve temiz bir yüreğe ancak bu yakışıyordu. Dışarıdaki sesleri duydu. Tahta kapıyı kapatan bezi aralayarak kapıdan dışarıya baktı. Misafirler, toprak damdan sarkan buz sarkıtları arasında göründü. Gülümseyerek sarıldılar, odaya geçip boş minderlerine çekildiler. Nevaleleri kutudan çıkardılar, ilk defa niyetlendikleri bu duruma neşeyle başladılar.

Tam keyifler yoluna girmişken kapının sesi duyuldu. Gelen, dayısının oğlu Arif’ti. Hal hatır faslı duyulduktan sonra Arif’in ses tonu yükseldi: Bu gençler derhal evden çıkmalıydı. Nede olsa bu ayıp durum kabul edilebilir değildi. Saygıda kusur etmeyen üç arkadaş sessizce aralarından süzülüp dışarı çıktılar. Nede olsa Arif birazdan gidecekti. İlçenin tek caddesinin iki ucuna kadar evi görecek şekilde gözetlediler. Soğuk işliyordu. Kapıdan ne giren ne de çıkan vardı.

Halil kızdı: Arif’in hakkı yoktu bunu yapmaya. Üç arkadaş tenha caddeden inip kalenin dibindeki eve tekrar döndüler. Kapının ardını dinlediler. Bir saat önceki gürültü, kırılmış nevalelere çöken Arif’in şarkılarına ve eşlik eden Avni’nin genzinden çıkan anlaşılmaz kelimelere karışmıştı. Halil kapıya dayandı, araladı. Avni boşlukta sallanan bakışlarını kapıdaki üç delikanlıya gezdirdi:

“Ee hoş geldiniz,” dedi. O kafayla durumu izah etmeye çalışıyordu. Titrek nefesi kelimelerle soğuğa karışıp buhar oldu. Kan çanağına dönmüş gözleriyle yumruklarını sıkan Halil’i sakinleştirme işi diğer iki arkadaşına kalmıştı. İshak afallamış bu durum karşısında derin bir nefes alıp hiçbir şey demedi. Servet’in bakışları buğulanmış, sıkılan dişlerden çenesi kaskatı olmuştu. Gözleri yer sofrasındaki boş kutulara ve çerezlere takıldı.

Üç arkadaşın yüzündeki gülümseme gitmiş, yerine kızgın bir ifade oturmuştu. Kızgınlık elbette Avni’ye değildi ama yapılacak bir şey yoktu. Yeni çıkmış bıyıklarıyla üç arkadaş, ilk defa deneyecekleri bu durumla 1993 kışında geldikleri yöne doğru; yığılmış kar örtüsünde tökezleyerek, birbirlerinin ayak izlerini takip ederek döndüler. Ama bu sefer yol daha uzun geliyordu...