Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunuyor. Tutukluluğun 7’nci yılı yaklaşan Yüksekdağ, cezaevlerinin durumu, partisi hakkındaki kapatma davası ile gündemdeki gelişmelere dair konuştu.
Cezaevlerinde tarihin en kötü dönemin yaşandığını belirten Yüksekdağ, cezaevlerinde yaşananların iktidarın yönetim biçimi haline dönüştüğünü söyledi. Yüksekdağ, iktidarın yargı üzerinden baskısını sürdürdüğüne ve böylece iktidarını sürdürmek istediğini ifade etti.
Mezopotamya Ajansının sorularını tutuklu bulunduğu cezaevinden yanıtlayan Yüksekdağ, ilk başlarda muhaliflere dönük baskıların şu an tüm kesimlere uygulanmaya başladığına işaret ederek, "Cezaevleri, asgari demokratik yönetim meşrutiyetini yitirmiş iktidarın tutunduğu son dal. Bu nedenle peşpeşe cezaevi açıyor" dedi.
Yüksekdağ, "Ellerindeki bütün zor araçlarını kullanarak buralardaki baskıyı, kuşatmayı yoğunlaştırıyorlar. Hapishaneler aynı zamanda rejim tarafından adı konulmamış ölüm cezalarının da infaz edildiği yerlere dönüştü. Son bir yılda çıkan 55 cenazenin başka açıklaması olamaz” ifadelerini kullandı.
‘ARKADAŞLARIMIZ REHİN TUTULUYOR’
Yüksekdağ, aynı cezaevinde tutulduğu hasta tutuklu siyasetçi Aysel Tuğluk’un durumuna işaret ederek, Tuğluk’un en az bir yıl önce tahliye edilmesi gerektiğini söyledi. Tuğluk’un rehin tutulduğuna dikkat çeken Yüksekdağ şunları söyledi:
"Ne var ki her türlü insani değerden sıyrılmış bir siyasi iktidarla muhatap olunca, tek bir gün dahi hapishanede kalmaması gereken Aysel gibi arkadaşlarımız rehin tutuluyor. Yönetenlerin kin, intikam, ideolojik nefret refleksleri, yaşam hakkı, sağlık hakkı gibi temel hak alanlarının önüne geçiyor. Aysel başkan da başta bir kadın ve demokratik siyasette önemli temsil görevleri üstlenmiş figür olarak iktidarın hedefi haline getirildi. Onun şahsında Kürt kadın hareketinin siyasi cesaretini, öncülük niteliğini, yine bütün Türkiyeli, Ortadoğulu kadınların eşitlik mücadelesi ve kazanımlarını cezalandırmaya, ibretlik bir örnek yaratmaya çalıştılar.
‘TAHLİYE EDİLMESİNDEN BAŞKA BİR TIBBI VE İNSANİ SEÇENEK YOK’
Adlı Tıp süreci oldukça ağır geçti, kötü muameleye maruz kaldı. Geçen aylarda ATK, devlet hastanesi ve tıp fakültesi teşhis raporlarını hiçe sayarak, sırf içerde tutmak, eziyet etmek için yalan rapor düzenledi. Bütün bunların sonucunda hastalık sıçradı. Gittikçe çoğalan semptomlar nedeniyle yapılan son nöroloji test ve muayenelerde ise bu ilerleme raporlandı. Kullandığı demans ilacı yetmediğinden ikinci ilacı kullanmaya başladı. Bu nedenle 16 Eylül’de bu durumda yeniden ATK’ye gitti. Tahliye edilmesinden başka bir tıbbı ve insani seçenek yok.”
‘FAŞİST DESPOTİZM ALTINDA ADETA SÜRÜKLENDİ’
Yüksekdağ, İmralı F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tecrit koşulları altında tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’a dönük ise şunları kaydetti:
"O kapının kilidi açılmadıkça, Türkiye’nin geleceği de kilitli demektir. Zira ezilen haklar, emekçiler, kadınlar, gençler, AKP iktidarının son 6-7 yılında hiçbir zaman olmadığı kadar yarınını göremedi. Faşist despotizm altında adeta sürüklendi. Çözüm sürecinin AKP-MHP ve Erdoğan tarafından sona erdirilmesiyle darbe, OHAL, açık faşizm uygulamalarının tırmanışı birbirine paraleldir."
‘AKP-SARAY VE MHP İTTİFAKI SAVAŞ ÇİZGİSİNİ İÇTE OTORİTE SAĞLAMA OLARAK GÖRDÜ’
AKP-MHP’nin “Savaş Sözleşmesi” imzaladığının söyleyen Yüksekdağ, şöyle konuştu:
"Savaş ve onun yarattığı krizden olağanüstü hal yönetiminden beslenerek bugüne geldiler. Toplum ve muhalefeti 'beka ve terörle mücadele' sopasıyla kontrol edip hizaya çektiler. Hala da kendileri için konfor, yıkım alanına dönüşmüş savaş çizgisini sürdürmekte ısrarlılar. Uzun süredir Federe Kürdistan Bölgesi ve Rojava’da gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlar, bu savaş çizgisini bölgesel bir sorun haline getirdi. Türkiye’nin Kürtlerle sonu olmayan bir savaşa tutuşması emperyal güçlerin de işine geldiğinden son Kuzey Suriye askeri hareketi dışında bütün saldırılara onay verdiler, ön açtılar. Bir taraftan da iktidarın Irak ve Suriye operasyonlarında kullandığı silahlar, yöntemler ve savaş suçlarını tehdit olarak ellerinde tutuyor, yer yer kullanıyorlar. AKP-Saray ve MHP ittifakı savaş çizgisini içte otorite sağlama, dışta yayılmaya hizmet eden karlı bir iş olarak gördü."
‘EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI ÇEKİM GÜCÜ ÜRETMELİ’
HDP öncülüğünde kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı'nın alternatif olduğunu vurgulayan Yüksedağ, ittifakın tarihsel önem taşıdığını kaydetti. Yüksekdağ, ittifakın salt seçim endeksli olmaması gerektiğini belirterek şunları kaydetti:
"İttifak, kapsayıcı bir deklarasyonla kuruldu. Bundan sonra esas olan bu deklarasyonun ruhunun ve içeriğinin can bulması, çekim gücü üretmesidir. Toplum, Cumhur ve Millet ittifaklarından farkını, yaşamın, eylemin ve politik programın içinden görecektir. Özellikle kadın ve gençlik taleplerine, örgütlü iradesine dayanma pratiği ayırt edici özelliği olacaktır. Bileşenlerinin sokak ve fiili meşru mücadelenin direkt içinde oluşu, düzen siyasetine dayatılan kalıpları kırmak bakımından kıymetlidir.”
‘BUGÜNÜ VE TARİHİN YÖNÜNÜ DEĞİŞTİRECEK’
Türkiye’nin "değişim sancısı" çektiğini ve ittifakın da böylesi bir süreçte kurulduğuna dikkati çeken Yüksekdağ, "Emek ve özgürlük diyenlerin, barış, adalet ve demokrasi talep edenlerin, faşizmi yenme önceliğinde ortaklaşanların aynı çatı altında buluşmaları da gerekiyor. Türkiye gerçekliğinde bu başarılmadan kimseye huzur, varlık hakkı yok. Emek ve Özgürlük İttifakı ile bugünü ve tarihin yönünü değiştirecek bir başarıyla damga vurabiliriz. İttifakın bağımsız varlığına ve öz gücüne dayanmak, güvenmek dinamik politika yapmaktır” diye konuştu.
‘CUMHUR İTTİFAKI VE MİLLET İTTİFAKI KISIR DÖNGÜNÜN DIŞINA ÇIKMIYOR’
Türkiye’de halen geleneksel kodlarla hareket edildiğini dile getiren Yüksekdağ, “Bugün iktidardaki Cumhur İttifakı da ana muhalefetteki Millet İttifakı da bu kısır döngünün dışına çıkmıyor. Millet İttifakı, tek adam sultası, sisteminin antidemokratik yapısına karşı çıksa da temsili parlamenter demokrasi formunun ötesine geçemiyor. AKP ve Cumhur İttifakı ise beterin beterine yürüyor” dedi.
Demokratik Türkiye ancak bu döngünün dışında ortaya çıkabileceğine dikkat çeken Yüksekdağ şunları söyledi:
“Kadın özgürlükçü, emek yanlısı, halk demokrasisi gelişerek yönetim gücüne dönüştüğünde bu hedef gerçek olabilir. Emek ve Özgürlük İttifakı, Türkiye ve Kürdistan tarihi boyunca ödediği bedeller, taşıdığı birikim, gittikçe genişleme dinamiği taşıyan kitle tabanıyla bu halk demokrasisine yürünecek asli yoldur. Tutarlı, bütün farklılıkları kucaklayan, paralı ve kudretli azınlığın elindeki demokrasi esasına da kılıcına da boğun eğmeyen üçüncü yoldur bu. Demokratik Türkiye, aynı hedefe ulaşmak için birbirine yoldaşlık edenlerin eseri olacaktır.
‘ALTILI MASA HALA KÜRT SORUNUNA DAİR CEVAP ÜRETMİŞ DEĞİL’
Kürt sorununa dair çözüm perspektifi sunmayan hiçbir siyasetin başarı sağlayamayacağını vurgulayan Yüksekdağ, şöyle devam etti:
"Bu gerçekliği ezerek, dışlayarak, imha ile yaklaşanların başarı seviyesi ortada. İmha, reddiye ve çözümsüzlük çizgisinde mevcut iktidarın yaptıklarından fazla bir şey yapamazlar. Bu konuda zirveyi AKP-MHP ittifakı tutuyor zaten. Onların yaptıklarından farklı ne yapacaklar asıl soru ve mesel bu. Altılı Masa hala konuya dair cevap üretmiş değil. Ama Türkiye jeopolitiği böyle kritik bir soru ve soruna cevapsız kalmayı taşımaz. Demokratik yollardan çözüm üretme, en azından alan açma tavrı geliştirmedikleri sürece Cumhur İttifakından farkları kalmayacağını görmeleri gerekir. Altılı Masa, Kürt meselesinde zihniyet ve yöntem düzeyinde AKP-MHP’den kopmadığı, onun gerçekten muhalifi olmadığı müddetçe çözümsüzlükten başka bir şey üretmez."