Yıldırım Türker, Yeniden TV’de yazdığı yazıda İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i değerlendirdi. Şimdilerde memleketin en demokrat liderlerinden biri olarak devletin de rıza gösterdiği Akşener’in liyakatini tatmış olan kuşaklar olarak en azından gençlere hanımefendiyi biraz tanıtmak boynumuzun borcu diyen Türker, “Hafıza zafiyetimize inanan Meral Hanım, muhalefet özürlü CHP’nin yardımıyla yine sahneye, bu kez demokrasi mücahidesi olarak çıktı” diyor.
Yıldırım Türker’in yazısı şöyle:
Meral Akşener, cehennem günlerinde karşımıza müstakbel demokrasi hamlesinin kahramanı olarak çıkarıldı. Kısa zamanda “Meral Abla”lığa terfi etti. Kendisine yapılan yatırımı boşa çıkarmadı. Çok çalıştı; memleketi karış karış gezerek yüzde onu bulmayan oyuyla neredeyse muhalefet liderliğine yakışır bir duruş edindi.
Genç kuşakların onunla tanışması birkaç yıl önce başlatmış olduğu bu seferberliğe denk düşer. Siyaset arenasının reis eliyle karşılıklı yiğit koçaklamasına dönüştürüldüğü dönemde erkek tükürükleşmesinden bezmiş halkların ilgisini çekmişliği tartışılmaz.
Oysa kendisi “liyakatli” bir devlet kadınıydı. Onca felaket yaşanırken CHP’nin halklara bulaştırmaya çalıştığı, muhalefet söyleminin baş kavramlarından biri olan “liyakat” konusunda kimseden eksik kalmazdı. Hayatı liyakatli canavarların elinde çırpınmakla geçmiş bu topluma yamanmaya çalışılan “liyakat hassasiyeti”nin de biraz olsun karşılık bulmuş olduğunu üzülerek belirtelim.
Şimdilerde memleketin en demokrat liderlerinden biri olarak devletin de rıza gösterdiği Akşener’in liyakatini tatmış olan kuşaklar olarak en azından gençlere hanımefendiyi biraz tanıtmak boynumuzun borcu.
Kendisi 1956 yılında İzmit’in Gündoğdu kasabasında doğmuş. Selanik göçmeni Türkeş’çi bir ailenin dördüncü çocuğu. Kendisini “muhacir” olarak da tanıtıyor. Genel olarak muhacirlerin Türklük yarışındaki taşkınlığı bir yazı konusu edilmeli.
Ağabeyi Kocaeli’de bütün sağı aynı çatıda toplayan “Aydınlar Ocağı”’nın kurucusu. Şanlı katil Abdullah Çatlı’yla hempalığı biliniyor.
Meral Hanım ilkokul öğretmeni oluyor, sonra doktorasını yapıyor. Kocaeli’de üniversitede İnkılap Tarihi dersleri veriyor. DYP’de görünüp sivrilmesiyle “öğretim üyesi” olduğunu iddia ettiği üniversitede “okutman” olduğu çıkıyor.
Kendi anlatımıyla Maocu bir militan olan eşiyle tanışıyor.
Tuhaftır (ya da hiç değil mi demeli?), eşiyle tanışmalarını sağlayanın da Çatlı olduğu söylentisi yaygın. Özgüvenini ve gerçeklikle olan hercai ilişkisini bilen bilir; eşiyle tanıştığında onu ailesine alabilmek için bütün sol literatürü hatmettiğini söylüyor. Düşünün artık, Kapital’i deviriyor. “Antitez oluşturmak için”.
Kapital, Gündoğdu’lu bir ilkokul öğretmeni tarafından antiteziyle boşa çıkarılmayı beklermiş meğer. Nitekim eşi de ikna oluyor, doğru yolu bulup milliyetçi oluyor. Yakınlarda yapılmış bir söyleşisinde eşiyle çok az görüşebildiğini söyleyip bu durumun evlilik için çok yararlı olduğunu belirtiyor. Neden mi? “Biliyorsunuz kadınların gagalama meselesini”. Kadınlara bakışı da bu.
Bunlar işin henüz eğlenceli kısmı.
Türkiye Siyasi Tarihi’ne baktığımızda Meral Akşener’i, bir süredir adını anmadığı Tansu Çiller’in ”clone”u olarak göreceğiz. “Tansu Çiller’e benzemek için özel bir gayret sarf etmiyorum, ama onun siyasi öğrencisiyim. Ekolünde yürüyen bir kişiyim. Ondan kararlılığı, açıklığı, ufkun genişliğini ve dik durmayı öğrendim” diyesiydi, ilk ikbal döneminde.
1994 yılında DYP’nin İzmit Belediye Başkan Adayı olarak ortaya çıktı. Seçim kampanyasında DYP’nin “İzmit’teki Çiller’i” olarak sunuldu. Hayatını değiştiren dönemeç buydu. Daha 94 Genel Seçimleri öncesi Tansu Çiller’in dublörü olarak büyük serüvenlerin yolu açılmıştı.
Daha sonra Çiller’in kurduğu vakıfta, vakfa bağlı şirkette, en önemlisi İçişleri Bakanlığı’nda Çiller’in dublörü rolünü üstlenecekti. Geçirdiği fiziksel değişiklik gözlerden kaçmadı elbet. Giyim kuşamından saç tarzına, birkaç yıl içinde Çiller’e tıpatıp benzedi.
Tansu Çiller’in “halktan versiyonu” olarak sivrilmesiyle kendisini merak edenler çoğaldı. Kocaeli’nin yerel basını, bu yüzünden hırs ve heves fışkıran genç kadının önemli bir açığını ortaya çıkarmakta gecikmedi.
Meral Hanım’ın hatırı sayılır bir serveti vardı. Gelgelelim “servet beyanı”nı görenin içi acırdı. Beyan ettiği servetle gerçek serveti arasındaki dev fark konusunda bir açıklama yapma zahmetine girmedi. Ne de olsa her şeyin mubah olduğu pişkinlik çağının (evet o zaman da öyleydi) siyaset meydanına, o meydanın da bir siyasi parti kisvesi altında iş gören tüyler ürpertici DYP’sine kapağı atmıştı.
Meral Hanım Çiller’in kurduğu, ortakları arasında Mehmet Ağar’ın da bulunduğu Zübeyde Hanım Şehit Anaları Yardım Vakfı’nın başkanlığını üstlendi. Bu vakıf bünyesinde kurulan MERK adlı şirkette de Meral Hanım’ın yüzde on hissesi vardı. Şirketin adı da onun parlak buluşuydu. Bu adın Çiller’in oğulları Berk ve Mert’in adlarından türetilmiş olduğunu daha sonra inkâr eden Meral Hanım, şirketin adını Mehmetçik’in “M”si ile “erk”in birlikte söylenişinden aldığını açıkladı. Ona göre “erk” güçlü, dolayısıyla MERK de “güçlü Mehmetçik” demekti. Nasılsa yalan iyi Türkçe bilmeyi gerektirmiyordu.
Çiller ailesi Antalya’da hazine arazisine pansiyon kondurmaya kalktığında Meral Hanım yine sahneye fırladı. Televizyondan halka bir açıklamada bulundu. Gelirin Zübeyde Hanım Vakfı’na bırakılacağını, Çiller ailesinin bundan hiçbir kazanç sağlamayacağını bildirdi. Kısa zaman sonra pansiyonun çoktan Bursalı bir işadamına kiralandığı anlaşıldı. Meral Hanım, milyonlara alenen yalan söylemeye alışmıştı.
Susurluk lağımı patladığında Mehmet Ağar büyük bir “soyluluk” örneği sergileyip İçişleri Bakanlığı’ndan istifa edince yerini, pişkinliğini ve dublörlüğünü iyice kanıtlamış olan Meral Akşener alacaktı. “Abiden kardeşine” diyecekti Meral Hanım. Hayranı olduğu, yakını olduğu Ağar’ın kimi balonları patladığında koltuğunu kendisine devretmesi onun için doğaldı. Gelgelelim bu durum o zamanlar her şeye rağmen onurunu korumaya çalışan basının büyük tepkisini çekti.
DYP Kadın Kolları Başkanı’yken Milliyet ve Hürriyet gazetelerini hedef alarak şöyle demişti: “Bu medya grubu tabanımızda ve özellikle gençlik teşkilatlarımızda maalesef geniş bir infiale sebep olmuştur. Günlerdir teşkilatımıza ve gençlerimize yaptığımız telkinler sonucunda bugüne kadar arzu edilmeyen bir olayın vuku bulmasını engellemeyi başardık. Hâlâ engel olmaya çalışıyoruz. Ama bugünden sonra Tansu Çiller fanatiği gençlerimizi tutmakta zorluk yaşayacağımız kanaatindeyiz. Sizleri son defa uyarıyoruz.”
Bu dili kelimesi kelimesine hatırlayan gençler belki de pek bir anlam veremedikleri “devlette devamlılık” lafının ne demek olduğunu fark eder.
İçişleri Bakanlığı dönemi, savaşın en yoğun yaşandığı, baskı ikliminin yukarıdaki gibi tehditler ve şantajlarla kurulduğu günlerdi. İşkence sıradandı.
Hafıza zafiyetimize inanan Meral Hanım, muhalefet özürlü CHP’nin yardımıyla yine sahneye, bu kez demokrasi mücahidesi olarak çıktı.
Siyasete seviye kazandırma niyeti kendisini bilenler için gülünçtü. Siyasileri seviyesizlikle suçlarken sözgelimi o zamanlar kapmış olduğu mesir macununu sallayıp, “buna ihtiyacı olanlar var” diye kıkırdayışının hatırlanmadığından emin.
O zamanlar yine “çok gizli” bir yazışması ifşa edildiğinde bir Bakan olarak telefonların dinlenmediğine yeminler eden Akşener, Adalet Bakanlığı’nın kendini bu konuda sıkıştırması sonucu onlara özetle, “gelin insanları birlikte dinleyelim” önerisinde bulunuyordu.
Özel Tim’in yıpratılmaması için çok çırpındı. Kendisine Asena diyen bu fütursuz yiğitlerin hep yanında durdu.
Öcalan’a “Zibidi, Ermeni dölü” diye haykırırken de henüz seviye ve demokrasi, heves ettiği alanlar değildi. Bu sözleri için şiddetle kınandığında kabahatinden büyük bir özür diledi. Yiğit Asena meğer Türkiye’de yaşayan Ermenileri kastetmemiş. Genel olarak Ermeni ırkından söz etmiş.
Zaten OHAL bölgelerinde devletin bastırdığı afişlerde de bu sözler vardı. Bakanımız özür dilemişti ama orada savaşan “şerefli” Özel Timcilerin morali bozulmasın diye olsa gerek, kimse o afişleri konu bile etmemişti.
Şimdiki söyleşilerinde ülkücüleri yüceltiyor. Ülkücülük şehirli bir hareket olduğu için ülkücüler aslında çok “janti”, çok “elegan”mış. “40 yıllık tarihimizde hiç kimsenin etnik kimliğinden dolayı burnu kanamamıştır” derken söylediğinin nasıl kanlı bir yalan olduğunu bilmeyen kaldı mı?
Kendisini “hele şükür, kadın bir lider” diye alkışlayanlara baktıkça bu topraklarda defalarca aynı şeyi yaşadığımızdan emin oluyorum.
Yıllar önce kendisi hakkında yazmış olduğum bir yazıyı o zamanlar henüz yeni olan Kadın Adayları Destekleme Derneği’ne (KA.DER) sitem ederek bitirmiştim. Öyle bitireyim:
İktidarın bizzat kendisini sorgulamadan kadını desteklemek, kadını ülküleştirmek beni ürpertiyor. Çünkü iktidarın kendi cinsiyeti var. Orada ne erkek, erkek; ne de kadın, kadın.