Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) 50. Yılı projesi olarak, Türkiye'nin geleceğinin inşası için bir yol haritası önerisi içeren “Geleceği İnşa” başlıklı çalışmanın tanıtımı yapıldı.
Toplantıda açılış konuşmasını yapan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Tuncay Özilhan, dünyanın ve Türkiye’nin karşılaştığı risk ve tehditlere işaret etti.
Özilhan, "Tabii ki tüm ülkeler zaman zaman ekonomik, ekolojik, teknolojik, kurumsal sorunlarla ve salgınlarla karşılaşıyor. Zaten siyasi yönetimlerin işi de bu gerilimleri çözmek. Ancak tüm bu gerilimlerin şiddette biçimde üst üste yıldığı tarihsel dönemler olağan dönemlerden farklılaşıyor. Bu değişimlere hazırlıksız yakalanmak ve iyi yönetememek kırılmalara yol açabiliyor. Buradan ilhamla bugün Türkiye'nin geleceğine baktığımda dünyadaki jeopolitik risklerin, sosyo-kültürel gerilim, derin iklim değişiminin etkilerinin ve bereketsiz dengesiz ekonomik büyümenin mahşerin dört atlısı olarak üzerimize geldiğini görüyorum" dedi.
Özilhan’ın konuşmasının satır başları şöyle:
Geçmişten ve bugünden radikal biçimde farklı olacak bir geleceğe ülke olarak hazır olabilmek için bu tehditlere biraz daha yakından bakmamız gerekiyor.
Tehditlerin başında jeopolitik gelişmeler var. Yakın geçmişte sert değişimler yaşadık. Önce iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçtik, sonra Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin ekonomik jeopolitik gücü artarken ABD'nin göreli konumundaki zayıflama ve AB ile yaşanan transatlantik uyumsuzluk çok kutuplu bir dünya kavramını gündemimize soktu.
SORUNLAR AĞIRLAŞIYOR
Ekonomik veya siyasi zorlukların yol açtığı büyük göçmen akımları, yetersiz ve dengesiz ekonomik büyüme ve sosyo-kültürel farklılıklar birleştiğinde ciddi gerilimler üretiyor ve tepkisel davranışlara yol açıyor.
Gelişmekte olan ülkelerde tüm hızıyla devam eden kentleşmenin yol açtığı sonuçların yönetilmesi ciddi kaynak ve yönetim mahareti gerektiriyor. Nitekim ülkemizde de kentleşmedeki hızlanmanın, üretim ve tüketim modellerinden, çevreye, toplumsal hareketlerden, siyasi tercih kaymalarına uzanan sonuçlarını gözlemliyoruz. Son yıllarda bu etkilerin üzerine eklenmiş olan sığınmacı hareketliliği, kalkınmanın adalet boyutunun ihmale gelmediğini hatırlatıyor.
Doğa bize fay hatlarına, dere yataklarına inşaat yapmamayı acı yoldan gösterdi. Toplumsal fay hatlarının da üzerini suni olarak örterek siyaset yapmanın, bu fay hatlarını ortadan kaldırmadığını biliyoruz. Farklı eşitsizliklerin iç içe geçtiğini ve ötelenen sorunların kartopu misali büyüdüğünü görüyoruz.
Huzurlu, mutlu, barış içinde yaşayacağımız bir gelecek için toplumsal adaleti, tüm boyutlarıyla tesis etmemiz, adil bir Türkiye hedefini başarmamız gerekiyor.
MERKEZ BANKASI’NIN BAĞIMSIZLIĞI TARTIŞILMAMALI
Büyümeli ve kişi başı gelirimizi artırmalıyız. Çünkü herkes refah artışı ister. Büyümek için öncelikle makroekonomik istikrarı sağlamak ve sürdürülebilir büyüme sürecini başlatabilmek gerekiyor. Bu doğrultuda en önemli adımlar, piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarını güçlendirmek ve başta Merkez Bankası olmak üzere düzenleyici kurumların bağımsızlığını tartışma dışı bırakacak biçimde tesis etmektir.
Ancak, büyüme kadar büyümenin nasıl sağlandığı da önemli. Karşı karşıya olunan tehditler dikkate alındığında, büyümenin sadece hızlı değil, aynı zamanda istihdam yaratan, yeşil ve adil bir büyüme olması gerektiği ortaya çıkıyor. Bu nedenle, bugün paylaştığımız çalışmada, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye hedefinin altını çiziyoruz.
Ekonomik kriz, iklim krizi, jeopolitik krizler ve başta mülteci krizi olmak üzere toplumsal gerilimler, daha önce tek tek ele aldığımız sorunlar yumağını bir ateş topuna çevirdi. Bunlara ilave olarak, dördüncü sanayi devrimi olarak isimlendirilen süreç iyi yönetilemediği, teknolojiyi tüketen değil üreten olunamadığı durumda, yeni teknolojilerin yaratabileceği muazzam imkanların, yerini artan risklere bırakması da kaçınılmaz olacak. Bütün sorunların birbirine bağlandığı, birindeki çözümün mutlaka diğerlerini de dikkate alması gerektiği bir noktadayız.
DÜŞEN SADECE TL’NİN DEĞERİ DEĞİL
Cari açık ve bütçe açığına beceri açığı, bilgi açığı, liyakatlı kadro açığı ve yönetişim açığı da ekleniyor. Düşen sadece TL'nin değeri değil, su rezervlerimiz, birbirimize güvenimiz, ihracatımızda yüksek teknolojili ürünlerin payı, mutluluk ve huzurumuz da geriliyor. Sadece makroekonomik dengesizlikleri değil, bölgesel kalkınma farklılıklarını ve gelir dağılımı bozukluklarını da gidermek istiyoruz.
Faiz ve enflasyonun yanı sıra emisyonları, hava, su ve toprak kirliliğini de azaltmak gerekiyor. Üretimin, tüketimin, yatırımların artmasına ihtiyaç duyduğumuz kadar, hak ve özgürlük alanlarının genişlemesine de ihtiyaç duyuyoruz
İlkelere ve kurallara dayalı küresel sistem içindeki konumumuzu güçlendirmek istediğimiz kadar gençlerin, kadınların, engellilerin ve tüm dezavantajlı kesimlerin ekonomik ve toplumsal hayata katılımını da artırmak istiyoruz. Küresel ticaret ve finans akımlarından aldığımız pay kadar akademik, bilimsel kültürel ve sanatsal çalışmalardaki payımızı da önemsiyoruz. Kısacası, daha güzel bir gelecek istiyoruz.
80 MİLYONUN İRADESİYLE ORTAYA ÇIKACAK
Bu noktada uygarlık yarışının bir sonraki aşamasına nasıl geçeceğimiz, daha güzel bir geleceği nasıl inşa edeceğimiz temel bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Bu sorunun cevabı 80 milyonun iradesiyle ortaya çıkacak.
Özlediğimiz geleceği nasıl inşa edeceğimiz konusunda çok önemli gördüğüm bir noktaya vurgu yapmadan konuşmamı tamamlamak istemiyorum. Bu da, mahşerin dört atlısı karşısında yönetişim anlayışımızın ve mevcut kurum ve kuralların ne ölçüde yeterli ve uygun olduğu.
DEMOKRASİ VE LAİKLİK VURGUSU
Farklı dil, din, ırk, mehzep, etnisite, sosyo-ekonomik kökenden insanlardan oluşan milleti düşününce, herkesi harekete geçirmek, herkesin katkısını almak, kimseyi dışarıda bırakmamak ancak demokrasi ve laiklik ile mümkün olabilir. Demokrasi ve laiklik, farklılıklarımızın bizi bölen, ayıran fay hatlarına dönüşmek yerine kültürel ve düşünsel iklimimizi besleyen, bilimde, sanatta, teknolojide ileri gitmemizi mümkün kılan zenginlikler haline gelmesini sağlar. Tarihte de modern toplumun temelini oluşturan, ekonomik ve toplumsal gelişmenin önünde engel oluşturan sınıfların ayrıcalıklarını ortadan kaldıran bu ilkelerdir.
Nasıl ki modern dünyanın ortaya çıkmasında, sanayi devriminin koşullarının hazırlanmasında demokrasi asilzadelerin ayrıcalıklarına son vermişse, laiklik de ruhban sınıfının toplum üzerindeki kıskacını ortadan kaldırmış, özgürlük ve eşitliğin önünü açmıştır. Türkiye'nin de modernleşme sürecinde laiklik adeta ülkenin ve demokrasinin çimentosu olmuştur. 100 yıl önce cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk ve arkadaşlarının modern dünyanın üyesi olmak doğrultusunda atmış oldukları geri dönülemez kararlı adımda en önemli ilke laikliktir. 100 yıl boyunca ayakta dimdik durmamızı sağlayan bu ilke önümüzdeki 100 yıl içinde de özlemlerimizi gerçekleştirmemizin en büyük teminatı olacaktır.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER…
Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanması çerçevesinde devletin tüm işlemlerinde hukukla bağlı olması ve etkin hak arama özgürlüğünün güvence altında olması, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin güçlendirilmesi; bütün vatandaşlar için tüm hak ve özgürlük alanlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında geliştirilmesi, siyasette ötekileştirme, ayrımcılık ve nefret söylemleri ile mücadele edilmesi,
kuvvetler ayrılığını güçlendirmek için denge ve denetleme mekanizmalarıyla yargısal denetimin güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir, daha az merkeziyetçi ve etkin bir kamu yönetimi anlayışının yerleşik hale getirilmesi… Bu adımları atabilmek, geleceği hep beraber inşa edebilmenin temelini oluşturacaktır.
Bu adımları atabilmek, özlediğimiz toplumsal adaletin, küresel sistemin güçlü ve saygın bir aktörü olmanın ve gelecek kuşaklar için ekosistemin dengesini gözeten bir büyüme modelini inşa etmenin temelini oluşturacaktır.
KISIR TARTIŞMALAR, GÜNÜ KURTARAN ADIMLAR…
Sorunlarımızı geleceğe öteleyerek devam etme şansımız kalmadığı bir noktadayız. Çünkü o gelecek artık geldi. Bu nedenle öncelikle tarihsel olarak bir değişim ihtiyacında olduğumuzun farkına varmak gerekiyor. Ya tarihin akışının hızlandığı bu dönemeçte önümüze açılan fırsatlardan yararlanmak üzere ilerleyeceğiz ve geleceğimizi yeniden kurgulayacağız ya da kısır tartışmalarla, günü kurtarmaktan öteye gitmeyen adımlarla, öze değil makyaja dönük önlemlerle bu fırsatların heba olmasına seyirci kalacağız.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski de konuşmasında, "Hak ve özgürlüklerin genişletilmesine ihtiyaç duyuyoruz. Toplumların refahını belirleyen maddi olmayan kaynaklarıdır. İleri ülkelerin gerisinde kalmamak için raporumuzda ısrarla altını çizdiğimiz şu üç unsurun yer aldığı seferberlik içine girmemiz lazımi Bu üç unsuri nsani gelişme yetkinleşme, bilim teknoloji ve inovasyon, siyasi ekonomik toplumsal kurum ve kurumlar. Bu üç unsur bir bütünlük arz eder" dedi.