Türkiye, son dönemde birbiri ardına afetlerle mücadele ediyor. Son bir yıl içinde, Giresun'un Bulancak ilçesindeki sel, İzmir'i vuran deprem ve fırtına, Antalya ve Muğla'nın ilçelerindeki ormanları yok eden yangınlar ve son olarak Kastamonu'nun Bozkurt ilçesinde büyük tahribata neden olan sel felaketi.
Bir yıl içinde hem depremi hem de fırtınayı yaşayan İzmir'in Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile Ankara'daki temasları sırasında buluştuk.
Soyer, 2,5 yıllık başkanlık sürecinde İzmir'deki afetlerle ilgili kriz yönetiminde hangi adımları attığını ve Türkiye geneline örnek olabilecek çözüm önerilerini sıraladı.
Ayrıca, CHP'nin genel tutumunun biraz daha dışında görülen Halkların Demokratik Partisi ile ilişkilerine yönelik sorularımızı da yanıtladı.
"Depremden 5 saat sonra çadırları kurduk, AFAD ertesi gün kurabildi"
İzmir 2020 yılının sonunda ve 2021 yılında afetlerle mücadele etti. Başkanlığınız döneminde afet yönetimi konusunda belirli bir tecrübeye sahip oldunuz. İzmir, afetlerin öncesinde ve sonrasında hangi adımları attı?
Biz seçildikten sonra Deprem Afet Daire Başkanlığı ve İklim Değişikliği Daire Başkanlığı ve Toplum Sağlığı Daire Başkanlığı'nı kurduk. Bugünden bakında iyi ki böyle yapmışız diyorum. Çünkü asıl mesele, krizde koordinasyon meselesi. Biz pandemi çıktığında Toplum Sağlığı Daire Başkanlığımız vasıtası ile hemen bir bilim kurulu kurduk. Ve o bilim kurulundan İzmir'de sağlıkçıları, doktorları, akademisyenleri bir araya getirip sürekli toplanmalarını ve bize her gün rota çizmelerini istedik. Böyle bir koordinasyon ile yürüdük pandemi sürecinde.
Deprem sürecinde ise bir başka yapı vardı. Gördük ki depremin arkasından muazzam bir destek geliyor. İzmir ve Türkiye'nin her yerinden. Asıl odaklanmamız gereken meselenin bu yardımların doğru zamanda, doğru yere ulaşmasını sağlamak olduğunu gördük ve buna konsantre olduk. Kısacası bir kriz yönetiminin bütün ağırlığının gelen yardımların koordine edilmesi olduğunu düşündük. Çünkü yardıma erişmekte bir sıkıntı yoktu. Ne istesek insanlar gönderiyordu. Ulaştırıyordu bir biçimde. Mesele onu gerçekten ihtiyaç sahibine ulaştırmak ve yapılan yardımın bir zerresinin, bir kuruşunun zayi olmasını engellemekti. Bunu başardık.
Depremden 5 saate sonra bir yerel yönetim olmamıza rağmen ilk çadırları kurmuştuk. AFAD ertesi gün kurabildi. AFAD'ın asıl işi bu ama onlar ertesi gün kurabildiler. Herkesi işin içine dahil ederek yol almaya çalıştık. Odalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, dernekler… Sadece belediye olarak biz yaparız demedik. Tam tersine mümkün olduğu kadar geniş bir zemin oluşturmamız gerektiğini düşündük. Ve öyle yol aldık.
Burada tabi aksayan neydi onu da söyleyeyim. İlk günden itibaren bir basın toplantısı yapmaya karar verdik. Dedik ki her gün ne yaptığımızı anlatalım ki şeffaf bir biçimde vatandaş görsün, duysun. Sahipsiz olmadıklarını anlasınlar. O arada duyduk ki AFAD ta kendi içerisinde toplanıyor. Fakat biz yokuz.
Biz de kendi başımıza bir basın toplantısı yapıyoruz. Bir tane mikrofon var. O da Halk TV'nin mikrofonuydu galiba. Ben Halk TV'ye konuşuyorum işte. Böyle 3-5 gün geçti. Ondan sonra Bakan Bey aradı, 'toplantımıza siz de gelin' dedi.
"Krizde üretilebilecek çözümün tek bir yolu yok"
Afetlerden sonra bir siyasi çekişme olduğuna yönelik eleştiriler var. Sizi bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Bu tam olarak böyle ifade edilecek bir şey değil bence. Ama asli görevi mevzuat gereği afet yönetimi olan kurumların çok daha fazla fikre, katkıya, desteğe açık olması lazım. Örnek şu; depremden 30 gün sonra 30 Kasım'da, biz son çadırı da söktük. Böyle bir şey yaşanmadı Türkiye'de. Herkes konutlara yerleşti. Bu nasıl oldu? Şimdi AFAD'ın veya hükümetin olaya bakışı, 'Konteynerlerimiz var, konteynerlerimizi koyacağımız bir yer bulalım, konteynerler yapılsın, gelsin, yerleştirilsin ve insanları konteynerlere sokalım' şeklinde idi. Oysa biz ne tür çözümlerle daha fazla vatandaşı memnun edebiliriz sorusunun yanıtına kafa yorduk. Çünkü o konteynerlere çıkmak istemeyen insanlar olabileceğini düşündük. Nitekim öyle oldu.1000 tane konteyner kuruldu, en yüksek 178'di. Konteynerler boş kaldı.
Ankara'daki temasları sırasında bir araya geldiğimiz Tunç Soyer, sorularımız yanıtladı
Siz bir alternatif yarattığınız için mi konteynerler boş kaldı?
Biz hangi alternatifleri yarattık? Mesela biz bir kira bir yuva diye bir kampanya başlattık. Dedik ki ortalama 2 bin lira üzerinden 5 aylık kira bedeliyle vatandaşın kışı geçirmesini sağladık ve insanlara vakit kazandırdık. Aynı anda Hilton ile konuştuk. Hilton'un 300'den fazla odası vardı. Onları aldık. Aynı anda bizim kentsel dönüşüm için yaptığımız ve satışa hazırladığımız konutlar vardı. Hızla onları tefriş ettik. 224 tane evi biz tam teşekküllü hazır hale getirdik. Ve vatandaşlara seçenekler sunduk. Hilton'da mı kalmak istersin? Kira yardımı mı almak istesin? Bizim konutlara mı çıkmak istersin?
Krizde üretilebilecek çözümün bir tek yolu yok. Siz yaratıcılığınız ile kentin imkanları ile, oluşturduğunuz ortak akıl platformu ile çok daha başka çözümler, çok daha yaratıcı çözümler üretebilirsiniz. İmece ile el birliği ile. Ve biz bunları ürettiğimiz için de çok hızlı bir biçimde bütün o felaketin yaralarını saracak ve herkesin derdine derman olacak bir noktaya gelebildik. Sırrı bu.
"Yangınlara Türk ordusu neden müdahale etmedi?"
Özellikle yangın sürecinde uçaklarla ilgili tartışmalar döndü. Sizce yangınlara müdahalede süreç nasıl yönetilmeliydi?
Benim anlamadığım bir durum var. Türk ordusu ne için müdahale etmedi? Yani biz Azerbaycan'dan askerleri alkışlarla karşıladık, onlar yangına müdahale için geldiler ta Azerbaycan'dan. Bizim ordumuz ne için müdahale etmedi? Ki ben çocukluğumda bilirim, bütün büyük yangınlarda askerler gider ve hızla söndürürlerdi. Bunu şimdi niye yapmadık? Bu, benim cevabını bulamadığım bir şey. Neden? Ya bunun ilk anda düşünmeleri gerekir. Benim aklıma gelen bir şey, işi bu olan bir kurumun yöneticilerinin aklına gelmez olabilir mi yani? Ama ben cevabını bilmiyorum. Keşke bir çıkıp biri bir cevap verse, 'Türk ordusu çok meşguldü' dese.
Trajik değil mi yani, siz Azerbaycan'dan asker getiriyorsunuz, onlara teşekkür ediyorsunuz, alkışlıyorsunuz. Helal olsun bak geldiler, destek oluyorlar bize diyorsunuz. Ya kendi orada garnizonlarınız var, tümenleriniz var, tugaylarınız var, ordunuz var. Niye oradan askerleri göndermiyorsunuz? Ya da niye Türk Hava Kurumu'nun uçakları hangarda yatıyor. Niye? Ya bunun da bir cevabı yok bence. Eğer bakımsız ise, bakımsızlığının bir sorumlusu olması lazım. Kim bu sorumlu? Neden bakımsız?
Türk Hava Kurumu'nu yöneten kayyuma bunun hesabını sormak lazım. Deniyor ki uçaklar çok eski, teknolojileri çok geri. E yaptırın, yapılamıyorsa yenisini alın.
İzmir'de düzenlenen 'Demokrasi İçin Bir Nefes' mitingine HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de katıldı / Fotoğraf: Twitter
"İttifaklar, seçimin bittiği gün sona erdi"
İzmir yaklaşık 30 yıllık bir yerel iktidar alanı. Uzun süredir belediyeyi yelpazenin solundaki partiler kazanıyor. Siz 2019'da Millet İttifakı'nın ortak adayı olarak seçime girdiniz. Ama o dönemde de sonrasında da özellikle İstanbul ve Ankara gibi CHP belediyelerinin aksine HDP ile birliktelik konusunda açık sözlü olmak konusunda hiç imtina etmediniz, mitinglerde birlikte fotoğraf verdiniz. Millet İttifakı'ndaki ortağınız İYİ Parti'nin de HDP'ye yönelik tavrını da biliyoruz. Bu Millet İttifakı'nda İzmir yerelinde bir gerilim yaratmıyor mu?
Biz İYİ Parti ile de son derece yakın ilişkiler içindeyiz. Hakikaten başarılı bir işbirliği zeminimiz var. Ve gayet uyumlu birlikteliğimizi sürdürüyoruz. Ama ittifaklar, resmi ya da gayri resmi destekler benim için seçimin bittiği gün sonra erdi. O günden itibaren ben bütün İzmir'in belediye başkanlığını yapmak zorundayım. Bir ayrım yapmadan herkesi kucaklamak mecburiyetindeyim. O nedenle o mitinge de giderim, öbür mitinge de giderim. Her yerde olmak mecburiyetindeyim. Çünkü ben sadece bana oy verenlerin başkanı değilim. Ben diyorum ki ben flamingoların da başkanıyım. E böyle diyen bir adam oy ayrımını yapabilir mi? Yapmamalı zaten. Kısacası sorunuzun asıl cevabı şu, İYİ Parti, HDP arasındaki dengeler meselesi benim meselem değil. Bu siyasal partilerin, CHP, İYİ Parti'nin, HDP'nin arasındaki bir mesele. Ben belediye başkanı olarak hiçbir parti ayırmaksızın hiçbir siyasal görüş farklılığı düşünmeden, herkese aynı mesafede durarak, aynı hizmeti üretmek mecburiyetindeyim. İstanbul'da ya da Ankara'da ya da bir başka yerde nasıl oluyor bilmiyorum. Ama İzmir'de böyle yapmaya devam ediyorum. Ve böyle yapmaya devam edeceğim. Yani orada bir siyasi hesap gütmüyorum. Böyle bir denge politikam yok. İYİ Parti'ye de HDP'ye de Saadet Partisi'ne de AKP seçmenine de MHP seçmenine de aynı mesafedeyim. Onların oyunu almak istiyorum. Nasıl alacağım? Daha iyi hizmet götürmek zorundayım, dokunmak zorundayım. Bunu yapmaya çalışıyorum.
"Merkez siyaset düşünmüyorum, belediye başkanı olmak için doğmuşum"
Seçimler yaklaşıyor, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarının isimleri Cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçiyor. Sizin siyasette bir hedefiniz var mı?
Benim en büyük hedefim bir çentik bırakmak. Yani bizi diğer canlılardan ayıran en önemli farklılık belki de hayatta bir iz bırakmak gayesi. O izi bırakabileceğim en uygun zeminin yerel yönetim olduğunu düşünüyorum. Kendi kendime derim yani ben belediye başkanı olmak için doğmuşum. O kadar büyük bir aşkla, bu kadar büyük bir tutku ile yapıyorum bu işi. Dolayısı ile de son nefesime kadar yerel yöneticilik yapmak isterim. Makro siyaset veya işte merkez siyaseti hiç ilgimi çekmiyor. Yani kendi donanımımın taşıdığı meziyetlerin, zafiyetlerin ona uygun olduğunu da düşünmüyorum zaten. Benim en uygun olduğum zemin yerel yönetim zemini. Bu da bir mecburiyet değil ama. Yerel yönetimi, belediyeciliği çok severek yapıyorum. Ama bir vakıfta da, bir dernekte de yine aynı heyecanla, aynı aşkla çalışabilirim.
Halkla aramda perde olmasını istemiyorum. Bu halkı çok seviyorum, insanları çok seviyorum, hayatı çok seviyorum, doğayı çok seviyorum ve faydam olsun istiyorum. Yani nefes alırken bu gezegende bir farkındalık yaratmak, bir artı bir şey yapmak, bir çocuğun yüzünü güldürmek, bir ağacı büyütmek, ne bileyim bir yaralı kuşa sahip çıkmak. Bütün bunlar benim hayatımın manası olmuş durumda. Hayatımın anlamının bu olduğunu düşünüyorum. Bu gezegende bunun için var olduğumu düşünüyorum. O nedenle de elimden geldiğince çalışmaya devam edeceğim. Bunu ancak yerelde yapabilirsiniz, merkez siyaseti başka bir şey ama bu benim işim değil. Ben belediyeciyim.
Belediyeciliğe devam etmek istiyorsunuz o halde 2024'teki yerel seçimlerde de aday olduğunuz şimdiden açıklamış mı oluyorsunuz bu sözlerinizle?
Yok, hayır öyle bir şey demedim. Ben bunun bir nöbet olduğunu düşünüyorum. Yani bize bu görevleri veren mekanizma bizi bir nöbete getiriyor. Bu nöbetin süresini de onlar belirler. Hani ya bana kısa bir nöbet süresi verdiler diye üzülürüm belki ama hiç önemi yok. Vermezler ise nöbet görevini devam ettirmezler ise canları sağ olsun. Ben yine olduğum yer neresi ise orada bu bahsettiğim hikayeyi yazmaya devam etmek için elimden geleni yaparım.