- Halkların Demokratik Partisi (HDP), 10-11 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirdiği Parti Meclisi (PM) toplantısının sonuç bildirgesini açıkladı. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar başkanlığında gerçekleşen toplantı, 10 Ekim 2015’te DAİŞ’in bombalı saldırısı sonucu yaşamını yitiren 103 kişiye adanarak, “Canlarımızın barış mücadelesini başarıya ulaştıracağımızın sözünü bu vesilesiyle bir kez daha yineliyoruz” denildi.

'BU SİSTEMİN VARLIK SEBEBİ SÖMÜRÜDÜR'
Toplantının sonuç bildirgesi şöyle: “Parti Meclisimiz, siyasal gelişmeler, iktidarın Türkiye’yi sürüklediği çıkmaz, partimize yönelik sistematik saldırılar ve olası senaryoları değerlendirmiş ve aşağıdaki sonuçları kamuoyuyla paylaşmaya karar vermiştir:

Dünya kapitalist sistem tarihinin en ağır bunalımı, buhranını ve çıkmazını yaşamaktadır. Yaşadığı her bunalımı halklara daha fazla zulmederek, doğayı ve yaşamı talan ederek, özgürlük alanlarını zehirleyerek, hakikati katlederek aşmaya çalışan sistem, günümüzde de halklara savaş, ölüm, gözyaşı ve yoksulluk dayatmaktadır. Bu sistemin varlık sebebi sömürüdür ve toplum düşmanlığından beslenmektedir. Bugün kötülükte birbiriyle yarışan otoriter ve faşizan yönetimlerin varlığı, sistemin bu karakterinden kaynaklanmaktadır ve esas olarak dünyanın her tarafında otoriter yönetimler için son derece bereketli bir zemin sunmaktadır. Buna karşılık dünyanın dört bir tarafında halkların yükselttiği demokrasi ve özgürlük mücadelesi ve yeni yaşam ideali, insanlığın hem tek kurtuluşu hem de biricik umududur.

'MEŞRUİYETİNİ YİTİRDİ'
Türkiye’deki AKP-MHP faşist bloğu da esas olarak bu köhnemiş ve pespaye kapitalist sisteminin en arkaik, kaba ve geri kopyasıdır. Sistem bu anlayışın saldırganlığına son derece elverişli ve bulunmaz bir yayılma zemini sunmaktadır. Bu mevcut sistemi uygulama konusunda herkesten daha iştahlı olan AKP-MHP zihniyeti Türkiye’yi ve bölgeyi bir bataklıktan öbürüne, bir felaketten diğerine sürüklerken, kendisine öğretildiği gibi savaştan beslenerek ayakta kalma politikasını sürdürmektedir. Sistem içi çelişkilerden yararlanıp güç haline gelmeye çalışan, Osmanlı hülyaları gören, fetihçi anlayışa secde eden iktidar; savaş politikalarıyla rant devşirmeye çalışırken, içerideki her türlü itirazı da zor yoluyla bastırmaya çalışıyor. Bütün bu baskı ve saldırı ortamı bizlere ve halklarımıza hem özgürlük için daha fazla mücadele sorumluluğu yüklemekte hem de meşruiyetini yitirmiş bu sistemin miadını doldurduğunu göstermektedir.

'İTTİHATÇI/TURANCI/KIZILELMACI'

Bu olağanüstü koşullarda toplanan Parti Meclisimiz, mevcut iktidar blokunun Siyasal İslamcılıkla yeni türden İttihatçı/Turancı/Kızılelmacı kesimlerin bulamacı haline geldiğini tespit etmiş ve bu faşist blokun Türkiye halkları kadar bölge için de ciddi bir tehlike haline geldiğini, neo-liberal vahşi kapitalizm ile militarizmin el ele yürüdüğü bu saldırganlığın durdurulması için bütün demokratik güçlerle birlikte bir direniş hattının kurulması gerektiğini belirlemiştir.

'KÜRTÇEYE SALDIRI HİÇ OLMADIĞI KADAR TIRMANDI'
Her zamankinden fazla yıpranan, yürüttüğü insanlık dışı politikalara kendi yandaşlarını bile ikna etmekte zorlanan iktidarın, militarist politikalarının en kilit noktası şüphesiz Kürt sorunudur. Ancak iktidarın Kürt düşmanlığı aynı zamanda bu meseleyi hem derinleştirmekte hem de uluslararası bir hale getirmektedir. Asimilasyon politikaları ve Kürtçeye yönelik saldırılar hiç olmadığı kadar tırmandırılmıştır. Partimizin başından beri ısrarla yürüttüğü barış politikalarını saldırganlıkla karşılayan iktidar, son süreçte halka yönelik zulmünü iyice tırmandırmış, Kürt coğrafyasında işkenceyi günlük rutin haline getirmiş ve son günlerde bunu tecavüzlere, Kürt işçilere yönelik toplu linç saldırılarına ve ‘helikopterden atma’ vahşetine kadar vardırmıştır.

Savaş ve işgalin ortaya çıkardığı yıkımdan tek çıkış yolu demokratik bir Türkiye ve Ortadoğu mücadelesini yükseltmektir. Bu yolun açılması için atılması gereken ilk adım da, Sayın Abdullah Öcalan’ın rolünü oynamasına zemin hazırlamaktır. Ancak iktidar, barışa ilişkin en küçük bir sesin bile duyulmasından korkarak sürdürdüğü ağır tecrit politikasıyla savaşa ve kan dökmeye dayalı politikasını tırmandırırken, ekonomik/politik/sosyal her derinleştiğinde yeni saldırı dalgaları başlatmaktadır. Bugün İmralı adasında uygulanan kişiye özel rejim, aslında militarist politikanın, savaştan beslenmenin doğrudan ifadesi haline gelmiş, bu anlamda tecrit, artık bütün toplum ve demokrasi güçleri üzerindeki bir prangaya dönüşmüştür. Dolayısıyla, İmralı’dan bütün ülkeye yayılan tecridi kırmak artık barışı istemek, barışı savunmakla aynı anlama gelmekte ve bütün devrimci demokratik güçler için bir sorumluluk anlamı taşımaktadır.

'İKTİDAR İÇERİDEKİ SAVAŞLA YETİNMİYOR'
Bu iktidar çete gruplarını ihraç ediyor. İktidar, özellikle Dolmabahçe masasının devrilmesinden sonra başlattığı militarist saldırıda sınır tanımazken, içerideki savaşla yetinmemekte, bölgeyi de ateşe atmaktadır. Kuzey Suriye’de halkların kendi iradeleriyle yarattığı özgürlük ortamını geçmişte ağırlıklı olarak IŞİD vekaletiyle yok etmeye çalışan iktidar, Kobanî direnişinden başlayarak bölgenin IŞİD’den temizlenmesinin ardından doğrudan devreye girerek ve çoğu IŞİD artığı diğer çetelerle ortaklaşarak işgale başvurmuştur.

Aynı süreçte, Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına da saldıran bu işgalci zihniyet, bölgedeki işbirlikçi güçlerle birlikte onlarca kontrol noktası kurarak adı konulmamış bir işgali gerçekleştirirken diğer yandan da Şengal başta olmak üzere bölgenin tamamına saldırılar düzenlemiş, çoğu kez de sivil ölümlerine yol açmıştır. Bu iktidar aynı zamanda, cihatçı çeteleri taşıdığı Libya’ya el atmış, buna paralel olarak da Doğu Akdeniz’de Yunanistan başta olmak üzere bölgedeki ülkelerin neredeyse tümüyle gerilimi artırmıştır. Öyle ki, bu yolda kendisine engel olarak gördüğü Kuzey Kıbrıs yönetimine de baskı uygulayarak, adadaki seçimleri tehdit ederek adeta bölgeye ‘kayyım’ atamaya kadar işi götürmüştür. Son olarak, Karabağ gerginliğine müdahil olan bu savaşçı blok, Suriye’den paralı askerleri bölgeye taşıyarak çatışma ortamını körüklemektedir.

'EN İLKELİ BARIŞÇI TAVRI ALAN HDP'

Bölge için gitgide daha ciddi tehdit haline gelen bu politikaların karşısında en net ve en ilkeli barışçı tavrı alan parti HDP’dir. Bu, aynı zamanda ülke ekonomisi ve emekçiler açısından hayati bir mücadeledir. Çünkü bütün bu savaş politikaları, aynı zamanda ülkenin kaynaklarının kan ve ölüm uğruna tüketilmesi anlamına gelmektedir. Bizzat Erdoğan’ın yaptığı ‘mermi fiyatı-ekmek fiyatı’ kıyaslaması, Türkiye’deki yoksulluğunun nedeninin savaş politikaları olduğunun kanıtıdır. Savaş politikaları, bir yandan ekonomik kaynakları tüketirken, diğer yandan da bu alana yatırım yapmış olan çoğu ‘aile’ üyesi ya da yandaş şirketlere rant sağlanmakta, sonuç olarak insan canı para uğruna harcanmaktadır.

Saray rejimi yapay gündemlerle ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, işsizlik ve yoksulluğun geldiği nokta ortadadır. Kovid salgınını da kullanan iktidar ve sermaye, çalışma hayatını iyice vahşileştirmekte ve hane yoksulluğunu derinleştirmektedir.

Yalnızca emek alanında değil, doğa konusunda da talancı bir politika izleyen iktidar, coğrafyamızın her santimini yandaş şirketlere peşkeş çekerek yer altı/yer üstü tüm zenginliklerini yağmalamakta, bunun için salgın koşullarından da yararlanmaktadır.

Abdullah Zeydan: Gasp edilen belediyeleri halka teslim edin Abdullah Zeydan: Gasp edilen belediyeleri halka teslim edin

'KADIN DÜŞMANLIĞI'
Faşizm kadın düşmanlığının zirvesidir. Faşist bir rejimin inşa edildiği günlerde kadın cinayetlerinin artması, yeni yasa tasarılarıyla kadınların yaşamının daha de çekilmez hale getirilmek istenmesi tesadüf değildir. İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alan girişimler ve saldırılar henüz sona ermemiştir. Bütün Türkiye’de ve özellikle Kürt coğrafyasında resmi sivil bütün erkek güçlerinin kadınlara yönelik saldırıları artmakta, intiharlar ve kayıplar birbirini izlemektedir.

'İKTİDAR SALGINDAN DAHA TEHLİKELİ'
Salgından daha tehlikeli olan bu iktidardır. Öte yandan, bütün dünyanın ve Türkiye halklarının Kovid-19 salgını koşullarında can derdine düştüğü günlerde bir yandan sağda solda emperyal hevesler peşine düşen, diğer yandan süreci sermayenin çıkarlarına göre yöneten AKP-MHP bloku, şu anda halklarımız için salgından daha tehlikeli hale gelmiştir. Sağlık emekçilerinin bütün uyarılarına karşın şeffaf bir salgın yönetimi göstermeyen ve her alanda olduğu gibi bu alanda da tekçi politikaları yürüten iktidar, bütün halkın sağlığını tehlikeye atmaktadır.

'TÜRKİYE KOCAMAN BİR CEZAEVİ'
Asıl hedefleri herkesi susturmak ve konuşamayan, itiraz edemeyen bir toplum yaratmaktır. Ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesinin doğrudan sonucu olarak Türkiye kocaman bir cezaevi haline getirilmiştir. Baskı ve devlet şiddetine başvuran iktidar, bütün hukuk kurallarını askıya alarak akılları zorlayan iddianamelerle muhalif gazetecileri zindanlara doldurmakta, demokratik tepkiyi bile zor yoluyla bastırmaya çalışmaktadır. Başta hekimler olmak üzere bütün meslek grupları sürekli tehdit altında tutulurken, muhalefet odaklarının tümünün teslim alınması, böylece tekçi rejim önündeki bütün engellerin temizlenmesi hedeflenmektedir. Sendikalar, demokratik örgütler tümüyle baskı altındadır; ülkede herhangi bir konuda bir basın açıklaması yapmak bile ciddi bir suç haline getirilmiştir.

Yalnızca siyasal alanda değil, halklar ve inançlar alanında da aynı politikalar uygulanmakta, başta Aleviler olmak üzere milyonlarca insanın varlığı yok sayılırken, dış politikadaki her gerilimde ülkedeki değişik etnik gruplar ve dini inanışlar baskı altına alınmakta, Türk-Sünni kimliğine dâhil edilemeyen herkes ötekileştirilmektedir.

'ASIL CİDDİ ENGELİN HDP OLDUĞUNUN FARKINDALAR'
Bütün bu baskılar boşuna değildir. Her şeyden önce iktidar sahipleri, inşa etmeye çalıştıkları faşist rejim karşısındaki asıl ciddi engelin HDP olduğunun farkındadır. Gerçekten de sık sık söylediğimiz gibi, HDP halktır! HDP sokakta ve halkın kalbindeki varlığının yanında sandıkta da iki kez faşist bloku yenilgiye uğratmış, planlarını engellemiştir. İktidar bu yenilgilerini elbette unutmamıştır ama daha önemlisi, partimiz var oldukça bu hezimetlerin tekrarlanacağını da bilmektedir. Son beş yılda akıllara durgunluk verecek baskılara, binlerce üyemiz ve seçilmişimizin zindanda olmasına karşın gösterdiğimiz direnç, Saray’ın korkulu rüyası olmaya devam etmektedir.

HDP’nin farklı kimlikleri ve inanç gruplarını bir araya getiren çok sesli ve demokratik yapısına karşı yürütülen siyasi kırım operasyonları, partimizin halklara ve inançlara sunduğu bir arada eşit ve özgürce yaşama alternatifini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Son olarak Kobanî protestoları bahanesiyle 6 yıl sonra başlatılan siyasi operasyonlar ise Kobanî’yi düşüremeyen IŞİD’in intikamının partimizden alınmak istenmesidir. Böylece iktidar, demokratik protesto hakkını kullanan halka karşı paramiliter çeteleriyle birlikte işlemiş olduğu suçların da üstünü örtmeye çalışmaktadır.

'MEYDAN OKUYORUZ'
Tüm bu saldırıların zirve yaptığı bir dönemde toplanan Parti Meclisimiz, mücadeleyi yükseltme ve antifaşist direniş hattı örme kararı almıştır.

Parti Meclisimiz partimiz şahsında saldırı altında olan halklara ve inançlara, emekçilere ve kadınlara yönelik faşist yönelimi bertaraf etme ve faşizmi yenmenin kararlılığı içindedir. Bu çerçevede Merkez Yürütme Kurulumuzun 1 Haziran’dan sonra başlattığı ‘Demokratik Mücadele Kampanyası’nı bir üst aşamaya taşıma ve ‘Partimizi ve halkımızı iktidar saldırılarına karşı koruma ve bu saldırıları etkisiz kılacak bir eylemsellikle güçlendirme’ kararı Parti Meclisimiz tarafından da benimsenmiştir.

'MÜCADELEYİ ESEÇİMLERDEN İBARET GÖRMÜYORUZ'
* Partimiz, durumu kırılganlaştıkça daha da saldıran Saray rejimine karşı antifaşist blokun inşası için olağanüstü bir çabanın içine girecektir.

* Partimiz, bu süreci öncelikle bir örgütlenme süreci olarak ele almakta, halkımızın bulunduğu her yerde ev ev, sokak sokak varlığımızı tahkim ederek saldırılara yanıt olmayı önüne koymaktadır.

* Partimiz, politik mücadeleyi sadece seçimlerden ibaret görmeyen tavrıyla, sokağı ve diğer bütün meşru-demokratik mücadele alanlarını sonuna kadar kullanmakta ve bütün baskılar ve engellemelere rağmen mücadele alanlarını terk etmemekte kararlıdır.

* Partimiz, bu süreçte başta devrimci demokratik güçler olmak üzere emekçileri, kadınları ve bütün ezilen/ötekileştirilen toplumsal kesimleri kapsamayı, onlarla birlikte yürümeyi sürdürürken, bir demokratik ittifakı da önüne hedef olarak koymakta, bu ittifakın oluşması için elinden gelen bütün çabayı göstermekte ısrarlıdır.

* Partimiz, savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük mücadelesini bir an bile durdurmaksızın barışı dillendirmekten ve savunmaktan geri durmayacaktır.

'TÜRKİYE TARİHİNİN EN BÜYÜK ANTİFAŞİST HAREKETİ'
Türkiye halkları çaresiz değildir. Bu coğrafyada faşizme meydan okuyan, onunla uzlaşmaksızın dişe diş mücadele yürütmekte kararlı bir parti vardır. Partimiz kurulduğu günlerde programımızla nasıl heyecan yaratıp tekçi rejimin korkulu rüyası olduysa, şimdi de yani kuruluşumuzun 8. yılında heyecan ve kararlılıkla Türkiye tarihinin en büyük antifaşist hareketini büyütecek ve faşizmi yenmeyi başaracaktır. 10 Ekim Katliamı’nın 5. yılında Ankara Garı önünde kanları birbirine karışan yoldaşlarımıza ve bütün halklarımıza söz veriyoruz: Faşizmi yeneceğiz ve özgür bir ülkeyi inşa edeceğiz.”