Hakkâri’den Dünyaya Murat Demir Bir Başarı Hikayesi-9

İnsan vardır sesiyle yürür, bir de vardır ki sesiyle uyandırır. Ve sonra Murat Demir gibi biri çıkar; sesi sadece tını değil, tahayyüldür…

Abone Ol

Bir coğrafyanın hafızası, bir halkın travması, bir dilin inadı ve bir medeniyetin geride kalmış gibi gösterilen estetik yüceliğidir. O, yalnızca şarkı söyleyen biri değil; adeta zamana karşı açılmış bir yankı koridorudur. Onun ağzından dökülen her ezgi, dengbêj Evdalê Zeynikê’nin kadîm lisanını çağırır; Şakiro’nun, Karapetê Xaço’nun, Ayşe Şan’ın küllerinden yeniden doğar.

Murat Demir’in sanat serüveni, bir kimlik manzumesidir. Doğduğu yerin fiziki koordinatları haritada bir nokta, ama kültürel kodları bin yıllık bir medeniyetin koordinat sistemidir. Hakkâri… Uygarlığın, inancın ve estetik hafızanın yüksek irtifalarda yankılandığı o kadîm kent. Ve bu kent, bir çocuğun kalbinde önce sızı, sonra melodiye dönüşen bir sevdayı besledi: Kürtçe’nin hem melodik hem metafizik gücünü…

Murat, bu yolculuğa sadece müzikal bir hedefle değil, bir kültürel misyonla çıktı. Üniversitede aldığı karar, yalnızca nota değil, bir deklarasyondu: “Artık kendi dilimde müzik yapacağım.” Bu cümle, yalnızca bir tercihi değil, kolektif bir hafızayı temsil ediyordu. Çünkü her susturulmuş dil, her bastırılmış ses, bir gün bir yerden çıkar ve devrimsel bir yankıya dönüşür. İşte Demir’in müziği de tam olarak budur: susturulmuşun senfonisi.

Batı enstrümanlarını alıp Doğu’nun hikâyelerini anlatmak… Bu zannedildiği kadar kolay değil. Çünkü teknikle kültürü, armoniyle aidiyeti, virtüözlükle vicdanı aynı potada eritebilmek, ancak hakiki bir sanatkarın işidir. Murat Demir, tam da bu dengeyi kuruyor. Bir yandan dünya müziğiyle paralel yürüyor, bir yandan da Qendîl’in dağlarında yitmiş bir ninenin sesini bugüne taşıyor.

Onun müziği, melodik bir reenkarne gibidir. Belki de dinleyen herkesin yüreğinde bir fragman bırakmasının nedeni budur. Herkes kendi eksikliğini, kendi sürgünlüğünü, kendi hasretini onda bulur. Çünkü Murat, yalnızca bir sanatçı değil; modern bir arşivdir. Eserleri, folklorik bir restorasyon sürecidir adeta. Botan’dan Behdînan’a, Şemzînan’dan Colemêrg’e kadar birçok ağıtı yeniden derleyip yeni bir estetik form kazandırmış bir müzik antropoloğudur.

Ve bu süreç sadece teknik bir araştırma değil, aynı zamanda bir entelektüel seferberliktir. Her köyde farklılaşan bir ağız, her dizede değişen bir tarih vardır. Murat bu farkları sadece not etmekle kalmaz, onları estetize eder; onları yeniden formüle ederken bir akademisyen titizliğiyle, bir ozan tutkusu arasında dolaşır.

Dikkat ediniz, o “ben müzik yapıyorum” demiyor. O, “kendi dilimi yaşatıyorum” diyor. Çünkü onun gözünde müzik, sadece bir sanat formu değil; bir kimlik pratiğidir. Bir İngiliz çocuğun İngilizce konuşması ne kadar tabii ise, bir Kürt çocuğun Kürtçe şarkı söylemesi de o kadar doğal ve elzemdir. Bu cümle sıradan görünebilir ama içinde devrimsel bir çağrı saklıdır. Zira bugün hâlâ bir dilin varlığına hizmet etmek, en büyük politik eylemdir.

O, İstanbul’un steril stüdyolarında değil; Hakkâri’nin isli soba kokan evlerinde, yüksek yaylalarda ve sisli dağların yamacında üretmeyi seçiyor. Büyük kent ona göre bir mapusluk. Çünkü sanat, gürültüde değil; sessizlikte doğar. Ve Murat, sessizliği duyanlardan… O yüzden en verimli eserlerini, dünyadan soyutlandığı o anlarda veriyor. Ruhuyla doğanın nabzı arasında kurduğu bağ, herhangi bir teknolojik imkanın sağlayamayacağı bir estetik titreşim yaratıyor.

Gençler için bir yol haritasıysa eğer bu anlatı; şunu net bir şekilde söyleyelim: Otantikliğinden ödün vermeyen, ama evrensellikten de korkmayan bir tutum mümkündür. Murat Demir’in hayatı, tam da bu tutumun kanıtıdır. O, hem dağların hem sahnelerin çocuğu. Hem lokal bir derviş hem global bir ozan.

Onun sesi yankılandıkça, unutulan şarkılar uyanacak. Ve her yeni melodide, Evdalê Zeynikê’nin gözleri, Ayşe Şan’ın feryadı, Karapetê Xaço’nun yorgun ama asil nefesi yeniden can bulacak. Bu sadece müzik değildir artık, bu bir varoluş manifestosudur.

Ve günün birinde, Murat’ın sesi, Londra’da bir salonda yankılandığında, herkes aynı hissi yaşayacak: Bu ses, bir halkın küllenen köklerinden yükselmiş bir devrimin notasıdır. Ve işte tam da bu yüzden, susturulamaz.