Güneş henüz ufukta belirmişken, pirinç tarlalarında ilk orak sesi duyuluyor. Köylüler, ellerinde oraklarla sıralar boyunca eğilip kalkıyor, sanki toprağın nabzını tutuyorlar her adımda. Tarladaki bu tempo, güneş tepede yükselince ceviz ağaçlarının gölgesine taşınıyor. Gökyüzüne uzanan altı metrelik ağaçlara çıkan erkekler, ellerinde uzun değneklerle dalları dövüyor. Aşağıda, kadınlar yerlere düşen cevizleri topluyor, sanki toprağın verdiği nimeti özenle kucaklıyorlar.
Hiçbir can güvenliği yok bu ceviz mesaisinde. Ne halat var, ne koruyucu bir ekipman. Sadece alışkanlık, biraz cesaret ve çokça mecburiyet… Kadınlar ve erkekler, bu tehlikeli ama hayati döngünün içinde yan yana. Birlikte çalışıyor, birlikte yoruluyorlar.
Köyün sakinlerinden Abdullah Esatoğlu, bu döngünün sessiz kahramanlarından biri. Emekli bir memur… Şehirde yaşıyor ama yaz gelince soluğu hemşiresi Amine ile birlikte köyde alıyor.
Burada güneşin doğuşu ile batışı arasında çalışıyoruz," diyor. "Atalarımızdan kalan pirinç tarlalarımız, ceviz ağaçlarımız var. Burada huzur var, sağlık var. Ben ceviz ağacına çıkıyorum, eşim aşağıda topluyor. Tarlada orakla biçiyorum, eşim taşıyor, seriyor. Bu toprakla aramızda bir bağ var. Anılarımız var."
Ama bu bağ, ne yazık ki her mevsimi taşıyamıyor. Esatoğlu anlatıyor: "Kışın da kalmak isterdik ama barınacak evimiz yok. Eski toprak evlerimiz sahipsizlikten yıkıldı."
Köyde artık herkes, kendi sınırları içinde ailesiyle üretmenin yollarını arıyor. Her hasat mevsimi, bir dönüş… ama aynı zamanda bir vedaya hazırlanış.
Sonbahar Cevizli’ye hüzünlü gelir. Çünkü hasat bitince, şehir yolları yeniden görünür. Ama o birkaç ay boyunca yaşananlar, yorgun ellerde, buruşuk yüzlerde, yere düşen cevizlerin çıtırtısında birikir. Ve bir sonraki mevsime kadar bekler…