POLİTİKA

Bakırhan’dan yerel demokrasi vurgusu: “Mahallenin derdi Ankara’nın masasında çözülmez”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 2026 bütçe görüşmelerinde yaptığı kapsamlı konuşmada “Kürt meselesi bir terör değil, eşit yurttaşlık ve hukuk meselesidir” dedi.

Abone Ol

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’ne dair Meclis Genel Kurulu’nda konuştu. Bakırhan, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile diğer siyasi tutsakların isimlerini sıralayarak konuşmasına başladı.

'AKP’NİN BÜTÇE TERCİHİ NE?'

Bütçenin sıradan bir belge olmadığını, bir ülkenin aynası olduğunu söyleyen Bakırhan, "Bu aynada ahlaktan hukuka, ekonomiden sosyolojiye kadar her şey çok net görünür. Servetin kimde toplanacağından kimlerin yoksul kalacağına, kimin hukuk içinde sayılacağına kadar geniş bir yelpazeyi iktidarın tercihleri belirler. Toplumsal barışı konuştuğumuz bugünlerde önümüzde duran 2026 bütçesinde savunma ve güvenlik kalemlerine ayrılan kaynak, önceki yıla oranla yüzde 34 oranında artırılmış durumda. Savunma ve güvenlik harcamaları artırılırken sosyal devletin, adaletin, yerel demokrasinin, barışın ve hukukun bütçesi kısılıyorsa, orada bir tercihi konuşuyoruz demektir. Türkiye, her devlet gibi savunma ve güvenlik için tabiki bütçe ayıracak. Ama savunmaya 10 verilip sağlık, eğitim ve adalete 1 bırakılıyorsa, bu denge sorunu değil, tercih sorunudur” dedi.

'DEMOKRASİ DARBE ALDI'

Cumhuriyetin kurulduğu sıralarda çıkarılan Takrir-i Sükun yasasına dikkat çeken Bakırhan, bu yasa nedeniyle demokrasinin darbe aldığını ifade etti. Bakırhan, sözlerini şöyle sürdürdü: "1960’lı yıllarda demokrasinin özü olan milli iradeye saygı esas alınsaydı, başbakanını ve bakanlarını idam eden bir ülke utancını hafızamızda taşımayacaktık. 1970’li yıllar demokratik olgunluk içinde geçseydi, ne gencecik insanlarımız idama giderdi ne 24 Ocak kararlarıyla emekçiler hedef alınır ne de 12 Eylül’de tank paletleri siyasetçileri ve halkı ezebilirdi. 1992’de bir halkın bayramı olan Newroz, tehdit olarak değil, ortak değer olarak kabul edilseydi, karanlık yapılar 90’lı yıllarımıza karabasan gibi çökmeyebilirdi. 2007 yılında bu ülkede vesayetçilerin değil, demokratik normların sözü geçerli olsaydı, 367 adlı darbe girişimi tarihimizin kara sayfalarında yer almazdı.

GÖZYAŞI, ACI VE KEDER OLARAK DÖNDÜ

Tarih 15 Temmuz darbe girişimini yazdığında, cevabımız 20 Temmuz OHAL ilanı değil de, daha fazla demokrasi, adalet ve hukuk olsaydı bu ülke Ortadoğu’nun tüm halklarına büyük umut olacaktı. Bugün riskleri ve tehditleri değil; umutları ezilenlerin, emekçilerin bütçesini konuşuyor olacaktık. Takvimler 4 Kasım 2016’ya geldiğinde Selahattinler, Figenler evlerinden alınmasaydı; belediyelere kayyımlar atanmasaydı, demokratik siyaset darbelenmezdi. 2025’ten objektifleri geçmişin acı hatıralarına çevirdiğimizde, anti-demokratik her uygulama bu ülkenin yurttaşlarına gözyaşı, acı ve keder olarak döndü. Türkiye’de cumhuriyet demokrasiyle buluşsaydı, bu topraklarda yaşayan her yurttaşın bambaşka hikayeleri olabilirdi.

MESELE YANLIŞ TEŞHİS EDİLDİ

1923 sonrası başlayan Kürt isyanları ve bu isyanlar karşısında gelişen bastırmalarla bir yüz yılı geride bıraktık. Kürt meselesini konuşurken önce şunu tespit etmemiz gerekiyor: Bu ülkeyi bir asırdır yönetenlerin en temel hatası, Kürt meselesini yanlış teşhis etmesidir. Teşhisi yanlış olunca Kürt sorununu ortadan kaldırma yolları da hep hatalı oldu. Kürt meselesinde yıllardır hep düğüm üstüne düğüm atılıyor. Bu düğüm adeta Gordion düğümüne dönüştü. Yıllar boyunca bu mesele ‘terör’ parantezine sıkıştırıldı. ‘Geri kalmışlık’ denildi. ‘Kandırılmış, aldatılmış bir avuç insan’ dendi. Oysa Kürt meselesi az gelişmişlik sorunu değildir. Kürt meselesi, kandırılmış ya da aldatılmış bir topluluğun problemi de değildir. Kürt meselesi terör sorunu hiç değildir. Eşit yurttaşlık meselesidir.

EŞİTLİK, VARLIK VE HUKUK MESELESİDİR

Demokratik haklar meselesidir. Bir varlık meselesidir. Ama en önemlisi; Kürt meselesi, bir hukuk meselesidir. Kürt'ün hukukunu tanıma üniter devlet içinde pekâlâ mümkündür. Üniter devlet demek ne devletin inkârı ne de Kürt'ün inkarıdır. Kürtlerin eşit yurttaşlar olarak hakkını savunması üniter devlet için bir risk değil, aksine güvencedir. Kürt meselesi, günlük siyasetin gürültüsüne kurban edilecek bir başlık değil, canların yitirildiği, ocakların söndüğü tarihsel bir olgudur. Kürt meselesi yıllarca düğüm aklıyla yönetildi ve sonuç hep hüsran oldu. Artık barış siyasetini çözüm aklıyla kuralım.

KÜRTLER DIŞINA İTİLİYOR

Tarihe hangi ufuktan bakarsanız, yol haritanız da ona göre şekillenir. Devletin baktığı tarih ufkunda, bazı hakikatler maalesef görmezden gelindi. 1921 Anayasası'nı hazırlayan komisyonun sözcüsü İsmail Suphi Soysallı, Birinci Meclis tutanaklarında yerelliği önceleyen adımlar öneriyordu. Benzer şekilde Mustafa Kemal meselesinde de hakkaniyetin terazisini kurmak gerekiyor. 1920-21-22’deki Mustafa Kemal tarihin tozlu raflarına gönderilirken, 1923 sonrasının Atatürk’ü resmi anlatının baş köşesinde tutuluyor. 1921 Anayasası'nı kaleme alırken yerel demokrasiyi kabul eden Mustafa Kemal'i tarihten silmemek gerek. Bu hakikati silen resmi anlatıyı artık bir tarafa bırakmalıyız. Gerçeğe odaklanmalıyız. 1921'in yerelliği önceleyen o kurucu ufku, bugün ‘unutulmuş bir imkân’ olarak karşımızda duruyor. Tam 106 yıl önce Erzurum Kongresi'nin sonuç bildirgesinde Türk-Kürt ortaklığına atfen şu yazılır: ‘Saadet ve felakette tam ortaklığı kabul eder ve gelecek hakkında aynı amacı hedef alır.’ Yani daha kuruluş aşamasında ortak vatan fikri ile hukuk fikri yan yana duruyor, sonra hukuk kısmı unutuluyor. Cumhuriyet, Kürtlerin omuz verdiği bir kurtuluşun ardından ilan ediliyor ama Kürdün hukuku kurucu metinlerin dışına itiliyor.

KÜRT TEHLİKEDE İSE TÜRK DE TEHLİKEDEDİR

Sayın Devlet Bahçeli 18 Kasım 2025 tarihli grup konuşmasında cumhuriyetin kuruluş dönemine dair çok önemli bir tespitte bulundu. ‘Hazırlık ve mayalanma dönemi kongreler marifetiyle, yani demokratik yollarla icra edilmiştir’ demesi, aslında bugün daha fazla demokrasiyi esas almayı işaret ediyor. Nasıl ki o gün Osmanlı İmparatorluğu'nun derin bunalımı, kongreler ve Meclis eliyle, yani halk iradesinin çoğulcu temsil biçimiyle aşılabildiyse, bugün Türkiye'nin karşı karşıya olduğu bölgesel tehditlere ve içerideki çoklu krizlere çözüm de ancak demokrasiyle mümkün olacaktır. Tarihe dürüstçe baktığımızda, Balkanlar'da yaşanan ağır yenilginin önemli sebeplerinden birinin Anadolu'da sağlanamayan birlik olduğunu görürüz. Kürt tehlikedeyse Türk de tehlikededir.

Kaderleri iç içe geçen iki halkız. Milli mücadelenin kazanılmasının sırrı ise Anadolu'da sağlanan birlikteliktir. 1990'ların başında Sovyetler Birliği çökerken, Türkiye için çok büyük jeopolitik fırsatlar doğdu. Ancak Kürt meselesini çözmemekte ısrar eden anlayış, tüm enerjiyi içeriye harcadı. Devletin etrafını saran çeteler, karanlık yapılar bu fırsatları heba etti. Kürt meselesi çözülebilseydi, 90'lar Türkiye için muazzam bir demokrasi ve sıçrama dönemine dönüşebilirdi. Bir yüzyılı iç gerilimlerle geçirdik. Artık geçmişe bakıp ders almak zorundayız.”

MERKEZDEN YÖNETMEK ARTIK İMKANSIZDIR

Bugün, iktidarın adil ve demokratik bir yönetim anlayışına geçmesi asıl meseledir. 86 milyon yurttaşı, yüz binlerce okulu, binlerce kamu kurumunu, milyonlarca insanı merkezden yönetmeye çalışmak artık hem imkânsızdır hem sağlıksızdır. Demokratik aklın gereği, yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Zamanın ruhu yerel demokrasidir. Mahalledeki sorunu Ankara'da tek bir masadan çözemezsiniz. Hukuku ve demokrasiyi rota edinmeyen bir Türkiye ne idari ne etnik ne de inançsal gerilimleri çözebilir. Dicle kıyısındaki, Hemşin Yaylası’ndaki bir köyün derdini, ancak o köyle birlikte karar veren bir yerellik çözebilir.

BİR ARADA TUTAN HARÇTIR

Yerel demokrasi ülkeyi bir arada tutan harçtır. Yerel yönetimlerin kayyım uygulamalarıyla değil, halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetilmesini istiyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi Diyarbakırlı yurttaşın olduğu kadar Manisalı yurttaşın da hakkıdır. Bu adımlar sadece Kürtlerin hukukunu değil, Cumhuriyetin de hukuk içinde meşruiyetini pekiştirecek önemli adımlardır.

ÖCALAN YOK SAYILAMAZ BİR AKTÖR

Kürt meselesinin son 40 yılı konuşulurken, herkesin bildiği ama çoğu zaman yüksek sesle tartışmaktan kaçındığı bir gerçek var. Sayın Öcalan, bu meselenin çözümünde yok sayılması mümkün olmayan bir aktördür. 1993'ten bu yana farklı dönemlerde çeşitli ateşkes ve müzakere çağrıları yaptığını biliyoruz. 1 Ekim 2024'te Meclis açılışı vesilesiyle başlayan çözüm tartışmaları bir kez daha bize şunu gösterdi: Bu mesele, susturarak değil, konuşarak çözülür. Çatışmanın sona ermesi yönünde etkisi olabilecek her aktör, hukuk çerçevesinde, şeffaf ve demokratik bir müzakere zemini içinde bulunmalıdır. Bu sürecin seyrini belirlemiş Öcalan’ın, barış için söz kurması kadar doğal bir şey yoktur; bunun yolu da yaşam, iletişim ve çalışma şartlarının sağlanmasıdır.

EKSİKLİĞİ TAMAMLAMAK ZORUNDAYIZ

Tam da bu noktada Sayın Öcalan'ın ‘Kürtleri Cumhuriyete hukuk kapısından dahil etmek istiyoruz’ tespitinin çok önemli ve kritik olduğunu belirtmeliyiz. Cumhuriyet, sadece 1923'te ilan edilmiş bir rejim değişikliği değildir. Cumhuriyet ‘ilan edilmiş ama eksik bırakılmıştır.’ Bugün artık o eksiği tamamlamak zorundayız. Bunu, Kürt olgusunu Cumhuriyetin yasallığına ekleyerek tamamlayabiliriz. Peki sadece Kürtleri dahil ederek bu eksiklik tamamlanır mı? Hayır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında dışlanmış kesimlerin de merkeze geldiği yeni ve demokratik bir Türkiye arzuluyoruz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı demokrasi ile taçlandığında bütün kesimlerin ülkeye aidiyet duygusu ve bağlılığı artar.

DEMOKRATİK ENTEGRASYON YASALARI ÇIKARILMALI

Ülkenin iç bütünlüğünü sağlamak için ne yapabiliriz? Anayasada eşit yurttaşlık ilkesini güçlendiren, kimlikler üstü bir hukuk dili kurabiliriz. Anadilinde eğitim ve kamusal hizmetlere erişimi, evrensel hak olarak güvence altına alabiliriz. Demokratik entegrasyon yasaları çıkararak, karşılıklı güven ve kararlılıkla toplumsal uyumu güçlendirebiliriz. Barış yasasıyla toplumdaki etnik, inançsal, sınıfsal gerilimleri eşitlik ve özgürlük temelinde çözebiliriz. AİHM ve AYM kararlarının eksiksiz uygulanması sağlayabilir, ceza ve infaz mevzuatını demokratik standartlara çekebiliriz.

İKİLİ HUKUK SON BULMALI

Bugünü konuşurken tarihin kapısını aralayıp geçmişe bir bakalım. 1500'lü yıllarda Osmanlı hükümdarı, Kürtlere bir notla birlikte altında mührü bulunan beyaz bir kâğıt gönderir. Notta şöyle yazar: ‘Dilediğinizi yazın, kanun değerindedir.’ Bu anlatı, bir yönetim aklının Kürtleri ne kadar iyi tanıdığını ve kıymet biçtiğini göstermesi açısından önemlidir. Bugün bizim ihtiyacımız, beyaz kâğıdı sadece Kürtlere değil, tüm yurttaşlara uzatan, ‘Gelin, bu ülkenin hukukunu birlikte oluşturalım’ diyen bir demokratik Cumhuriyet aklıdır. Artık yüz yıllık cumhuriyete eşlik eden ikili hukuk anlayışına son verip bütüncül hukukla barışı kurmak gerekir.

ARTIK BU GİRDAPTAN ÇIKMALIYIZ

Yüzyıl önce emperyalist güçler bu coğrafyayı cetvelle parçalara böldüler. Bugün Ortadoğu'da adeta bitimsiz hale gelen gerilimlerin, soykırımların, göçlerin, isyanların temel nedeni, emperyalist güçlerin yüz yıl önceki müdahaleleridir. Sadece sınırları değil, kaderimizi de çizdiler. Artık bu girdaptan çıkmalıyız. Ortadoğu’da sınırları değiştirmeden anlamsızlaştırmalıyız. Toplumsal etkileşimi büyütecek ekonomik entegrasyon ve siyasi istikrarı sağlayarak bölge barışının anahtarını ellerimize almalıyız. Çünkü bölge halkları savaşmaktan yoruldu. Türkler, Kürtler, Araplar ve Farslar artık refah ve karşılıklı saygı içinde birlikte yaşamalıdır. Bölge hakları cepheden cepheye sürülmekten, kayıpların mateminden yorgun düştü. Filistin'de yaşanan trajedi bu yorgunluğun vicdanlara hazınan en derin yarasıdır.

Sykes-Picot'yu, tarihin çöp sepetine atmanın yegâne yolu bölgede birleştirici politikalar uygulamaktan geçer. Tam da burada; Ortadoğu’nun kanayan ülkesi haline gelen Suriye’de de ayrıştırıcı modeller yerine birleştirici modellere katkı sunmalıyız. Suriye'de yerel yönetimlerin güçlü olduğu, farklılıklara saygı gösteren âdem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışının en uygun çözüm olduğuna inanıyoruz. Oradaki bütün halklar bizim kardeşimizdir.

Türkiye oradaki bütün halklar için güvenilir bir ortak olmalıdır. Demokratik Ortadoğu Birliği, halkların ve inançların ortak iradesiyle inşa edilebilir. Türkiye, Cumhuriyet birikimi, coğrafi konumu ve Kürt-Türk ortak tarih mirası ile bu süreçte öncü bir rol oynayabilir. Türkiye Kürtlerle birlikte düşünen bir bölge stratejisi kurarsa kazançlı çıkar. Bu anlamda Kuzey ve Doğu Suriye'ye güvenlik merceğinden değil, demokratik bir diyalog penceresinden bakabilmelidir.

EŞİĞİN AĞZINDAYIZ

İktidardaki güç olarak en büyük sorumluluk sizin omuzlarınızdadır. Devleti kurtarmak sadece savaşta değil barışta dirayet ile olur. Bugün yüzlerce yıllık tarihe geçecek eşiğin tam ağzındasınız. Lütfen biraz daha kararlılık ve cesaret gösterin! Güvenlikçi çizgide ısrar edenlere sesleniyorum: Her kavga elbet bir gün sulh ile biter. Her çatışma, nihayetinde konuşarak, diyalogla ve müzakereyle biter. Silahlı kuvvetlerin en deneyimli kişileri bile ‘bu iş silahla bitmez’ demekteler. Sizlerden beklenen, barış çabalarına engel olmak değil, tam tersine kolaylaştırıcı olmaktır. Çatışmasızlık herkesin kazandığı bir atmosferdir. Barıştan daha büyük bir ulusal güvenlik olabilir mi?

CHP’YE ÇAĞRI

Ana muhalefet çevrelerine sesleniyorum: İlkesel bir duruşla barışı bu ülkeye armağan etmek zorundayız. Bundan daha kutsal bir siyasal görev önümüzde yok. Kürt meselesinde çözümden yana olmayan, çözümü başka bahara erteleyen bir muhalefet Türkiye'ye alternatif olamaz. Bu sorunun çözümü sadece devlete ve iktidara bırakılamaz.Merkez sağ, kararsız ve milliyetçi kardeşlerime sesleniyorum: Bu ülkede hiçbir halkı ötekileştirmeden onlara da hakkını teslim ederek birliği sağlamak mümkündür. Zora dayalı birliktelik değil, rızaya dayalı birlikteliği kurmaktan sizler de sorumlusunuz. ‘Önce diyalog, önce hak’ diyebilmelisiniz.

DEVLET YAPTIĞI HATALAR İLE YÜZLEŞMELİ

Türkiye'nin tüm renklerine sesleniyorum: Gelin önyargıları kaldıralım, eşitlik temelinde kardeşlik hukukunu canlandırarak ülkeyi güçlendirelim, demokratikleştirelim. Türkiye hepimizin ülkesidir. Devletin geçmişte yapılan hatalarla yüzleşmesi ve daha kapsayıcı ve kuşatıcı bir siyaset uygulaması için DEM Parti olarak elimizden geleni yapacağımızı bir kez daha belirtmek istiyorum. Biz demokratik haklar ve özgürlükleri herkes için istiyoruz. Demokratik alanın genişletilmesi için herkesle bir araya gelmeye hazırız.”